Kazablanka Filmi - 1
1940'ların başında Murray Burnett ile Jean Alison'un yazdıkları Everybody Comes to Rick's adında bir oyun vardı. Oyun olmayacak durumlar ve kötü diyaloglarla dolu olduğundan, Julius ve Philip Epstein ile Howard Koch tarafından filme alınmamış olsaydı çoktan edebiyatın çöplüğüne atılmış olurdu. Filmin yapımı da çok karışıktı. Senaryo sürekli değişiyordu ve yönetmen bir an sonra hikayenin ne yöne gideceğini bilmiyordu. Başrolde Ronald Reagan'la Ann Sheridan oynayacaksa da, son anda o da değişmiş, Ingrid Bergman, Paul Henreid ve Humphrey Bogart oynamışlardı. Sonuçta film -Kazablanka- üç Oscar ödülü almanın dışında tüm zamanların Amerikan klasiklerinin biri olmuştur. Bu nasıl başarılmıştır? Tüm karmaşaya karşın yazarlar işlerliği olan bir hikaye yaratabilmişlerdi. Hikaye aşk hakkındadır ama daha da önemlisi daha yüksek düzeye çıkan, aşk için fedakarlığı öne çıkaran bir hikayeye dönüşmüştür. Fedakârlık, High Noon'da Amy Kane'in yaptığından farksızdır. Ama, High Noon bu güç kararları veren karakterleri incelemezken, Kazablanka bunu yapmaktadır. Bir kurgu olarak fedakarlığın temeli karakterdir; fedakarlık eylemi karakterin bir görüntüsü olduğundan onun yanında daha önemsizdir. Kazablanka dört kişi ve aralarındaki dinamikler hakkındadır. Kişileri saran olaylar karakterlerinin yansımasıdır ve sonunda Rick Blaine fedakarlığını yapınca, daha önce olan şey onun fedakarlığı ile biçimlenmektedir.
Sayfa 230
Bir adam bir kadına rastlar, beğenirler birbirlerini, sevişirler ve ayrılırlar. Hayat bu. Bir adam bir kadına rastlar, beğenirler birbirlerini ve o andan itibaren, güüümm infilak. Maymun suratlı herif kendini Humphrey Bogart sanır, muşmula suratlı kadın da Lauren Bacall ayaklarına yatar. Ceplerinde bir kuruş para yoktur, tropik adalara giden ilk uçağa atlarlar. Hindistan cevizi ağaçları altında sevişirler. Mutludurlar, evlenirler ve bir sürü çocukları olur. İşte reklamcılık budur, hayati bir düştür.
Reklam
“Önce kendimi edebiyata vereyim dedim. Keats okumaya başladım ama sonra darlanıp Kerouac’a sardım. Baktım, bir işe yaramıyor, hop, Fitzgerald’a zıpladım. Oradan Hemingway’e daldım, George Eliot’ın Deronda’sından çıktım. Virginia Woolf’la beynim uyuştu, Djuna Barnes’le kafayı kırdım ve Durrell’le şaftım kaydı. Sonra sinemaya geçtim ve üç gün arka arkaya, Humphrey Bogart beni kendime getirdi.”
Sayfa 502 - İkizler George - DOKUZUNCU KİTAP - ELLİ İKİNCİ BÖLÜM - Artemis Yayınları - 1. Basım - Kasım 2016, İstanbulKitabı okudu
Geri14
43 öğeden 41 ile 43 arasındakiler gösteriliyor.