‘’kamil bey, bu eski kağıtları karıştırdıkça bir garip kedere kapıldı. eski adamlar, bütün davranışlarını dine uydurmaya uğraşmışlardı. yürüyen ve değişen hayatı donmuş kalıplara uydurmaya çalışmaktan daha zavallı bir iş olur mu? zamanın hakim sosyal fikri (din) olduğu, herkes servetini, canını, şerefini ona bağladığı halde, onu kurtarıp yaşatalım derken nasıl da kolayca berbat etmişlerdi. işte her vesika, her ferman, her kadı mahkemesi hükmü, dini, başka başka kazançlara alet edebilmek için, akıl almaz şeriat hileleriyle dolu...’’
''anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin!
bir kafası vardı aydınlatamadın.
bir vücudu vardı; besleyemedin.
üstünde yaşadığı bir toprak vardı! işleyemedin.
onu, hayvani duyguların, cehâletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın.
o, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti.
şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin. ne ektin ki, ne biçeceksin?
bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi?
tabiî ayaklarına batacak.
işte, her yanın yarılmış bir halde kanıyor ve sen, acıdan yüzünü buruşturuyorsun. öfkeden yumruklarını sıkıyorsun.
sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir, senin kendi eserindir..."