Sükut içinde çıkagelen ansızın, zarif ve ince mahperi. Pencere pervazına hafifçe tututan dirsekleri, pervasızca izlerdi gökyüzünü her gece. Çok elzem olmasa dahi her şey mecnun kalbini kafesinde telaşla çırpınan uçmaya hazır bir kuş kadar heyecanlandırırdı. Bir başınalığı severdi, kalabalıklarda gözleri mahzun bakardı; uzlete çekilmek için can atardı bazı bazı. Güneşi sevdiği kadar yağmuru da severdi, ıslanmayı sevdiği kadar üşümeyi.. Gülmeyi sevdiği kadar ağlamayı severdi, bu melâl halini hoyratça kucaklardı uçurumdan düşmekten kurtarırcasına. Yeşillikler arasındaki yalnız ağaçlar, buğulu gözlerinin altında silinip giderdi. Ayna karşısına geçtiğinde bir dilfiruzdur ki alır götürürdü ellerinden. Kendinden kendine kaçardı, kalbinin süveydasına ışık olurdu başını okşadığı sokak hayvanları. Bundandır aldığı her nefesine gönül vermişliği. Batan güneşin bir lahza ardından doğacağını bilirdi. Dudaklarında bitmek bilmeyen bir aşk türküsü, gözlerinde can bulan gökyüzü. Bir an için duraksayıp baktığında göğe, nihayet gördü ruhunun revasını. Mecruh çocukluğunu olanca şefkatiyle sarmaladı. Düğüm olmuş boğazı ilmek ilmek çözüldü yeniden. Belki sadece bugüne mahsus, tekrar ve tekrar..