Aklının en kapalı odalarını sonsuza kadar kirala bana, çok fazla paramda yok ama, gelecek nesiller ödeyecektir mutlaka, yıllar sonra okuduğunda seni bir kitapta.
Merdiven korkuluklarına astığın ruh hallerini giyinirken seyretmeme izin verirsen ayıplar mı iki ayaklı yaratıklar bizi? Pencereden bakmaya çalışanlar, parmak uçları kadar iradesi zayıf olan insanlardı ve konuştukça alçalan yalnızca boyları değil, cehaleti vücutlarına işleyecek kadar da zavallılardı. Yerli yersiz konuşan duvarların seslerini kesmek için kaç kat boya çektin zihnine, ya da Edison’u anmak için mi yanıyor yıldızlar çoğu zaman fişe bağlı yeryüzünde. İki tabureye ihtiyacım var şimdi, kendimi yalnız hissetmemek için değil, solumdan söylemek istediğim için düşüncelerimi.
Sen ikiyi çeyrek geçerken, orkestra şefliği yapan aklım, kalbimin müzikaline hayranlık duyuyordu. Kulaklarını kapatmaya çalışsam bile, nabzım dakikada 100 kere beni ele veriyordu. Ruhunu gizlediğin en ince saç telinin kopmasına karşı taraklara kısıtlama gelmesini isterken, korkusuzluğumdan korkuyordum hiç korkmadığım kadar. Dar gelirse bir gün geniş sandığın aydınlık salonlar, parkeler daha gitmeden arkadan söylenmeye başlarsa, pencereler albenisi sunmaktan ziyade sana karşı monotonlaşırsa zihninin en karanlık odalarını hatırla.
Mevsim düşer, denizler çiçek açar, güneş susar, resimler konuşur iki tabure bulunan odaya sen girdiğinde. Newton bile gururlanacaktır, gülümseyen yüzümü karşında eğdiğimde.
Cihat İNCE