Rousseau, "Discours sur l'origine et les fondements de l'inégalité parmi les hommes" (İnsanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağı ve temelleri üzerine deneme) adlı yapıtında, insanların toplum düzenine geçmeden önce yaşadıklarını varsaydığı "doğal durum"u betimler. "Doğal durum"da yaşayan -doğal insan" özgürdü, tek başınaydı, iyilik ve kötülük kavramlarından habersiz, masum ve mutluydu. Eşitlik vardı aralarında. Ama zamanla iş bölümü ve mülkiyet çıktı ortaya ve doğal durum bozuldu. İnsanlar zengin ve fakir olarak bölündüler. Zenginler güçlüydüler ve egemenliği zorbalıkla ellerine geçirdiler, "efendi" oldular ve eşitlik kalktı. Bu keşmekeşten ve denetimsiz yaşamdan kurtulmak için bir sözleşmeyle düzenli topluma geçtiler, ama gerçekte hiçbir şey düzelmedi. Tersine, zenginlerin gücü yasalarla pekiştirildi ve meşruiyet kazandı. Paranın gücü üzerine kurulmuş, insanların kendi çıkarları için başkalarını ezdikleri, yalan, dolan, hile ve ikiyüzlülük sayesinde başarıya ulaştıkları bu düzende artık, masum "doğal insan" (l'homme naturel) ortadan silinmiş, onun yerini, ahlaken çürümüş "yapay insan" (l'homme artificiel) almıştı.
Onları sizin seçtiğinizi, buna layık olduklarını bu yüksek onurlara sizin getirmiş olduğunuz kişilere gösterilmesi gereken saygı ve onurun zorunlu olarak yine size ait olacağını düşünün.
Bir hükümetin kuruluşu ve yapısı ne olursa olsun orada Kanun'a boyun eğmeyen tek bir kişi varsa, bütün ötekiler, zorunlu olarak, onun keyfine ve insafına bağlı hale gelirler.
Ne var ki, bir insan yekdiğerinin yardımına ihtiyaç duyduğu andan itibaren; iki kişilik stoğa sahip olmanın tek kişiye faydalı olduğunu anladıkları andan itibaren eşitlik ortadan kalktı...