Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.36.27
İrem
İrem
@iremozgun
Bir yere geç kalmadın, hem öyle bir yer de yok.
Psikolojik Danışman
493 okur puanı
Şubat 2018 tarihinde katıldı
Ayfer Tunç, Suzan Defter ile girdi hayatıma. Uzun zamandır çağdaş bir yazar okumak istiyordum. Bu kitapla çok güzel bir seçim yaptığımı düşünüyorum.
Öncelikle ilk defa bu tarz bir yazım ile karşılaştım. Kitabın sağ tarafı kadın karakterin, sol tarafı da erkek karakterin gözünden kaleme alınmış. Olayların senkronize biçimde gün gün yazılması kadın ve erkeğin farklı bakış açılarını görmemizi sağlıyor. Aynı olayların bu şekilde farklı yorumlanmasını okumak çok keyif verdi bana.
Eski bir şiir kadar hüzünlü olmak istiyorum sadece.
Kitapta beni etkileyen ve hüzünlendiren o kadar çok cümle vardı ki. Her iki karakterin hayatında da kendimden bir şeyler buldum. Suzan'ın aşkını kendi aşkım belledim, Derya ve Ekmel'in yalnızlığını da. Belki de bu yüzden kurulan en sıradan cümle bile bu kadar yaraladı beni. Sevilmemekten ve aynı zamanda çok sevilmekten doğan acılar, günümüz insanının yalnızlığı, aile içindeki fertlerin birbirinden ne kadar kopmuş olabileceği, evlilik hayatındaki çalkantılar hepimize tanıdık gelen sorunlardan.
Oldukça akıcı, yalın ve aynı zamanda sürükleyici bir kalem Ayfer Tunç. Bundan dolayı kitabı okurken dakikaların nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Benim çok keyif aldığım ve okuyan herkesin de keyif alacağına inandığım bir kitap. Herkese iyi okumalar.
Açıkçası kitaba başlamadan önce tam olarak nasıl bir içerikle karşılaşacağımı bilmiyordum. Sonuçta kitabın adı bile ilginç ve merak uyandırıcıydı. Beş Sevim Apartmanı: Rüya Tabirli Cinperi Yalanları. Nasıl yani diye düşündüm. Cinlerin ve perilerin yalanlarını mı anlatıyor bu kitap? Bir de rüya tabiri yaparak? Emin olun kitabı okurken bu başlığın ne anlama geldiğini anlıyorsunuz.
Kitabın kahramanı Doktor Samimi. Çocukluğunu ailesiz, sevgisiz ve yalnız geçirmiş. Ama kendini bu çıkmazdan kurtarmanın bir yolunu bulmuş: Cinler ve perilerle arkadaşlık etmek. Daha sonra kendi gibi cinperilerle arkadaşlık eden beş kişi daha buluyor ve hikaye burada başlıyor.
Her birinin ayrı öyküsü olan beş hasta Beş Sevim Apartmanında toplanıyor. Öyküler farklı olsa da temelde yatan sevgisizlik, ihmalkarlık, cinsel istismar, duygusal ve psikolojik şiddet aynı. Çocukluğunda böyle yaşantılara maruz kalanların nasıl bir bireye dönüştüğü de çarpıcı bir şekilde anlatılıyor.
Gerçek ve hayalin iç içe geçtiği bir kurgu. Masal gibi bir anlatım. Eminim Mine Söğüt'ün kalemini çok seveceksiniz. Keyifli okumalar :)
Uzun zamandır bir kitabı böylesine üzgün, böylesine kırgın ve kızgın okumamıştım. 1976 yılında yayımlanan bu roman günümüzde insanlığa dair hiçbir şeyin değişmediğinin en büyük kanıtlarından.
Bu kitap; toplum baskısının, psikolojik şiddetin, namus adı altında işlenen cinayetler ve bu cinayetlerin normalleştirilmesinin, insanların başkaları hakkındaki akıl dışı ithamları ve bunların yıkıcı sonuçlarının hayatlarımızda ne kadar yer edindiğini gözler önüne seriyor.
Aradan geçen 45 yıla rağmen bu zihniyetin ve cahilliğin varlığını sürdürüyor olması çok acı verici. Yaşar Kemal de usta kalemiyle bu acıyı en keskin şekilde hissettiriyor ve her sayfada oturup düşünmenizi sağlıyor. Umarım bir gün nefret dolu bu kalplerden kurtulup sevgi dolu kalplerde buluşuruz. İyi okumalar.
Okur Takip Önerileri
Okuduğum her kitabında ayrı hayran oluyorum Zweig'a. Her kitapta kendimden bir şeyler buluyorum. Elli sayfalık bu küçücük novellasında böylesine yoğun duyguları nasıl aktarabiliyor bizlere?
Kitapta çoğu zaman olduğu gibi yasak, tutkulu ve yarım kalan bir aşk ele alınıyor. Konu aşk olunca Zweig'ın betimlemeleri ruhunuza işliyor sanki. Kalbinizin en gizli yerlerine ulaşıyor ve herkesten sakladığınızı açığa çıkarıyor.
Tam tamına dokuz yıl giriyor iki aşığın arasına. Dokuz yıl, aşılamaz bir okyanus ve savaş...
Ne kadar güçlü olursa olsun geçip giden yıllara, mesafelere ve savaşa ne kadar dayanabilir aşk? Ne kadardır ömrü? Sadece anılarla yaşanabilir mi? Yıllar sonra bir araya gelindiğinde her şey eskisi gibi olur mu? Bütün koşullar değişmiştir. Peki ya biz, biz aynı kalır mıyız?
Geçmiş ile bugün arasında sıkışan iki insanın aşklarını diriltme savaşı. Peki bu savaşı aşk mı kazanacak yoksa değişen koşullar mı? Hep beraber okuyup görelim. Keyifli okumalar :)
Okuduğum en ilginç romanlardan biri olmaya aday bir eser var elimde: Otomatik Portakal. Yazılış hikayesi bile ilginç. Yazarımız Anthony Burgess'a beyin tümörü tanısı konur. Burgess, eşinin geçimini sağlamak için bir yıl içinde beş buçuk roman yazar. -Sanırım geçim sıkıntısıyla yazılan romanların ayrı bir tadı oluyor.- Daha sonra bu teşhisin yanlış olduğu anlaşılır ama Burgess ünlü bir yazar olmuştur artık.
Kitabın konusu suç işleyen bireyleri, devletin makineleştirip suç oranlarını azaltmak istemesi. Bunun için kullanılan yöntem yazar tarafından oldukça eleştiriliyor. Kişilerin seçim hakkı elinden alınıyor. Özgürlük, bireysellik gibi kavramlar sorgulatılıyor.
Kitabın ilk bölümlerini anlamakta biraz zorlandım. Alışıldık tarzda bir yazım değildi çünkü. "Nadsat" denilen kendine has bir dili vardı ve argo kelimeler çoğunluktaydı. Önce biraz rahatsız etse de okudukça alışılıyor.
Merak edenler için Kubrick tarafından beyaz perdeye aktarılmış hali de mevcut. Keyifli okumalar :)
