Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Jon Türkler ile padişah arasındaki iktidar mücadelesi padişahın Sufizme yaklaşımı ve Panislamizm'i uygulama çabalarıyla birleşince Sufi tarikatlar iki gruba ayrılmıştı. Genelde Arap liderlerin önderlik ettiği Sünni tarikatlar padişah yanlısıyken heterodoks tarikatlar muhalefeti destekliyordu. Fakat her tarikatın içinde de Jön Türk hareketini tutanlar olduğu gibi padişahı destekleyenler de vardı. Melamiler ve Bektaşiler de o heterodoks tarikatlar arasındaydı. Voltaire'in yazılarından etkilenen bazı Bektaşi dervişleri "mutlak suretle materyalist bir ateizm" mertebesine geldiğinden çoğu Jön Türklerin savunuculuğunu yaptığı dinî reform yaklaşımından rahatsız olmuyordu hatta içlerinden bazıları tıpkı birçok Jón Türk gibi mason olmuştu. Fakat Bektaşi tarikatının hırslı yapısı ve güç arayışında olduğu düşünülürse Jön Türkleri destekleme gerekçelerinin, en azından kısmen, imparatorluğu kasıp kavuran iktidar mücadelesinde kazanan tarafa katılma arzusu olması mümkündür:
Osmanlı İmparatorluğu'nun kontrolden çıkarak beklenenden daha çabuk çökmesinden korkan Fransa ve İngiltere Jön Türk Hareketine karşı son derece temkinli ve ikircikliydi buna karşın Abdülhamit'in siyasi düşmanlarına zulmetmesi Osmanlı İmparatorluğu'nun uluslararası imajını bir hayli zedeliyordu.
Reklam
Padişah ufukta görünen çöküşü durdurmak için imparatorluğun modernleştirilmesi gerektiğinin gayet farkındaydı. 1870'lerin sonuna gelindiğinde iktidarın yapısının ve toplumsal düzenin yeniden biçimlendirilmesi gerektiğine de kuşkusuz ikna olmuştu. Böylece Sultan II. Abdülhamit yönetim sistemini değiştirmek isteyen "ateşli bir reformcu" imparatorluğun bekası için var gücüyle yeni bir söylem geliştirmeye çalışan "hevesli ve etkin, bir modernleşme yanlısı" oldu. O yüzden 19. yüzyıl sonu Osmanlı tarihini incelerken modernleşme yanlısı tek gücün Jön Türk muhalefeti olduğunu söylemek olayı basite indirgemek olur.
Özetle yabancı devletlerin Osmanlı İmparatorluğu'nun işlerine karışmasının çok yönlülüğü, en çok toplumun gayrimüslim kesimlerine fayda sağlarken genel olarak, bir 19. yüzyıl Osmanlı reformcusunun belirttiği gibi, dini saflar boyunca bir boşluk oluşturup Müslüman kesimi ekonomik anlamda boğmuş ve imparatorlukta toplumsal anlamda bir parçalanma yaratmıştır.
Kapitülasyonlar yalnızca Avrupalıların Osmanlı İmparatorluğu'nda kendi mahkemelerini ve posta hizmetlerini işletebilmelerinden ibaret değildi, aynı zamanda Osmanlıların tarım ürünlerini ve yeni yeni gelişen imalat sektörünün üretimini korumak için gümrük tarifesi uygulama hakkını da elinden alıyordu, bu da Osmanlı toplumunun özellikle Müslüman Arap-Türk kesiminin çıkarlarına ciddi anlamda aykırıydı. "Türk köylüsü kadar mutsuz köylü yoktur. Hıristiyan köylüsünden daha kötü durumdadır çünkü mevcut durum onu Hıristiyan köylüsünden daha aşağı bir konuma indirmiştir, üstelik himayesine sığınabileceği konsoloslar, büyükelçiler ve yabancı hükümetler de yoktur."
Ortaya çıkan milliyetçilik akımlarının doğurduğu ve çoğu kez yabancı güçlerin beslediği bu güçlük, Osmanlı reformcuları için yeterince büyük bir sorun değilmiş gibi Avrupa ve Rusya'nın Osmanlı İmparatorluğu'nun iç işlerine karışması da ayrı bir sorun yaratıyordu. Ekonomik meselelerle bağlantılı bu müdahale nüfusun dinlere göre "sınıflara" ayrıldığı bir tabakalaşmaya yol açtı. Çünkü Avrupa ve Rusya, ticaret ortağı olarak Hıristiyan, özellikle de Rum tüccar ve iş adamlarını tercih ediyordu: Ticaret en başından beri neredeyse tamamen onların (Rum azınlığın) elindedir. Yabancı sermaye söz konusu olduğunda bile işleri fiilen yürüten çoğu zaman Rumlardır. Çok geçmeden toprak da onların eline geçer. Sizin Türk köylüsü ise ilerisini düşünmekten acizdir. Düğünde gösteriş yapmayı onur meselesi sayar. Borca harca girer... çok geçmeden de varını yoğunu yitirir, teminat gösterdiği toprak elinden çıkar.
Reklam
Ortaya çıkan tabloda 2. Abdülhamit'in baskıcı yönetiminden aynı ölçüde nefret etseler bile reform tasarlama konusunda farklı bakış açıları olan iki isim vardır. Sosyal bilim aracılığıyla iki farklı felsefi akımdan etkilenen Ahmet Rıza ile Prens Sabahattin, aydın entelektüel elitlerin temsilcisi olarak ortak bir görev duygusuyla hareket etmiş olsa da Osmanlı İmparatorluğu'nun gelecekteki örgütlenme biçimi konusunda fikir ayrılığına düşmüştür: Prens Sabahattin hak eşitliğinin sağlanması için çeşitliğin kurumsallaştırılmasına dayanan ademimerkeziyetçilik üzerinde durmuştur. Ahmet Rıza ise etnik ve dini kimlikleri aşan bir Osmanlıcılık projesini hayata geçirmek için etnik veya dini farklılıkların imparatorluğun örgütlenmesinde merkezi bir rol oynamaması gerektiğine inanmıştır.
İşin ilginç yanı, kongreye katılan delegelerin en çok anlaşmazlığa düştüğü konu, Osmanlı kimliği meselesinin ana bileşenlerinden biri olan, 10 yıl sonra Enver Paşa'nın hâlâ çözülmediğine tanıklık ettiği (ve yine çözülmeden günümüze kadar gelen) Osmanlı-Batı ilişkisi meselesiydi. Anlaşmazlık yalnızca delegelerin Batı'nın Osmanlı'nın iç işlerine ne ölçüde karışmasının veya askerî müdahalede bulunmasının istendiği (veya kabul edilebileceği) konusunda fikir birliğine varamamasından kaynaklanmıyordu, aynı zamanda Batı'nın tek bir siyasi, sosyal ve kültürel mirası olmadığı da net bir şekilde anlaşılmıştı. Başka bir deyişle, reforma ilham kaynağı olabilecek farklı Batı kavramları vardı ve bu kavramlar her biri Osmanlı İmparatorluğu'nda farklı bir sosyopolitik düzenleme öngören farklı farklı Osmanlı kimliği kavramlarına karşılık geliyordu. Dahası, 1902 Kongresi'ne katılan delegeler Ahmet Rıza'nın Comte'un pozitivizminden ile Prens Sabahattin'in sosyal bilim ve İngiliz liberalizminden mülhem sunduğu iki karşıt Batı kavramının birbiriyle bağdaşmadığını ve yalnızca eylem birliğini değil, görüş birliğini de imkânsız kıldığını net bir şekilde gördü.
Jön Türk çatı hareketini bir arada tutan genel fikirler şunlardı: hukukun üstünlüğünün tanınması, tüm Osmanlılara eşit haklar tanıyacak bir anayasal sistemi tekrar yürürlüğe sokma arzusu ve karar vermede akılcılığa (titiz, net ve mantıklı düşünmeye) yönelme. Ortaya çıkan karışım "aynı zamanda hem teknokratik otoriterizme hem de liberal siyaset biçimlerini bir vesayet rejimine dönüştürmeye eğilim gösteren" bir hareketti. Bu hareket doğrudan zaman içinde esinlendiği çeşitli oluşumların bir ürünüydü.
Abdülhamit etki alanı geniş merkezi yönetime, aracı kurumların ortadan kaldırılmasına ve dini siyasete karıştıran "geleneksel" İslami değerlere dayalı bir reform stratejisi izleyerek bir mutlak monarşi dönemi başlattı. Abdülhamit'in hükümdarlığında eğitim ve iletişim alanlarında ilerlemeler kaydedildi, bunların beklenmedik bir yanürünü olarak da yeni Hamidiye okullarında yetişen, yeni iletişim araçlarını bilgi edinme ve yayma amacıyla kullanabilen, siyasi açıdan daha aktif ve bilinçli bir öğrenci sınıfı ortaya çıktı. Genele bakıldığında, uygulanabilir bir reform ve modernleşme planı oluşturma girişimlerinin birçok kaynaktan fışkırarak doruğuna ulaşması Sultan II. Abdülhamit'in gelişiyle oldu.
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.