Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Çocuklara bir yıl okulda yemek veriliyor, sonra kesiliyor. Bazen okuldan ayakkabı vs. yardımı almak mümkün oluyor, bazen olmuyor ve çocuklar okula nalınla gidiyor. Bütün bu örnekler, var olan sosyal yardımların, bir vatandaşlık hakkı olarak değil sadaka olarak tanımlanmış olduğuna işaret ediyor. Alan duacı olacak, alamayanın şikayet hakkı yok.
Sayfa 177Kitabı okudu
Sosyal güvencesizlik, doğal olarak, yaşlılıkta sefil olma tehlikesini beraberinde getiriyor. Bu tehlikeden kaçınmanın tek yolu ''hayırlı evlat'' yetiştirmekten geçiyor. İnsanların yaşlılıklarında kendilerine bakacak birine sahip olma ihtimalini artırma gayretleri, çok çocuk sahibi olma isteğini açıklayabilecek unsurlardan biri. Ama aynı zamanda, yoksul bir ailenin hiçbir sosyal güvenceye sahip olmadan çocuk yetiştirmesinin nasıl sağlık riskleri içerdiğini de dikkate almak gerekiyor. Böyle bir ortamda çocuk ölümlerinin ahvali adiyeden sayıldığını, diziye konu olan ailelerin kaybettiklerini söyledikleri çocukların sayısında görebiliyoruz. Yoksul ailelerin çok çocuk sahibi olmalarının, az su verilen bitkilerin çok çiçek açmasına benzer içgüdüsel bir tepkiye dönüştüğünü söylemek mümkün ve yoksulluk ortamı, nüfus planlamasının rağbet göreceği bir ortam değil.
Sayfa 174Kitabı okudu
Reklam
Bu bağlamda, derme çatma bir köy enstitüsü tahsili gördükten sonra kendi köyüne yakın bir köye öğretmen tayin edilen Mahmut Makal’ın tek parti döneminin sonunda, 1950’de yayınlanan Bizim Köy adlı kitabındaki sistemlerin, Yaban’daki kısır kendini suçlamalardan çok daha somut ve anlamlı olduklarını görmemek imkansız.
Sayfa 124Kitabı okudu
Paine ... sosyal yardımın ''sadaka olarak değil hak olarak'' verilmesi gerektiğini metin boyunca durmadan tekrarlarken, yardımın maliyetini de dikkatle hesaplar.
Ulusun zenginliğini artırmanın yolunun daha çok emek kullanımından geçtiği, merkantalist iktisat düşüncesinin merkezinde yer alıyor ve yoksulları çalıştırarak para kazanmak fikri giderek daha çekici hale geliyordu.* *(17.yy)
Avrupa'nın bin yıllık yoksulluk tarihi üzerine son derece etkileyici bir kitap yazmış olan Geremek, 16. yüzyılda ortaya çıkan bir ''yoksulluk artırıcı eğilim''den söz ediyor. Bu eğilim, bir yanıyla, tarımın ticarileşmesine bağlı olarak tarımsal yapıların çözülmesiyle, kırsal alanda geçimlerini sağlayamaz hale gelenlerin şehirlere akın etmeleriyle, talepten kaynaklanan dalgalanmaların etkisi altındaki ulaşım, ticaret ve imalat sektörlerinde sağlanan istihdamın düzensiz niteliğiyle ilgili. ... Dilencilik ve sadaka, toplum düzeninin asli bir parçası olarak varoluyordu. Erken modern çağın yoksulluk algısı ise, yoksullara atfedilen toplumsal işlevde bir değişiklik olduğuna işaret ediyordu. Artık yoksulların varlık nedeni zenginlerin ruhsal selameti olmaktan çıkmış, çalışmakla tanımlanmaya başlamıştı. Yani 16. yüzyılda yoksullar ''işgücü'' haline gelmişti ve kapitalizmin emek merkezli değerler sistemi içinde dilencilik hoş karşılanmıyordu artık.
Reklam
Bazı insanların, kendi özellikleri, doğal koşulları veya savaş gibi insan eliyle yaratılan sorunlar nedeniyle, geçimlerini sağlamakta, hatta karınlarını doyurmakta güçlük çekmeleriyle ilgili bir olgu olarak yoksulluk, tarihinin her döneminde, her toplumda rastlanılabilen bir olgu. Ama bugün sosyal bir sorun olarak tartıştığımız biçimiyle yoksulluk, 16. yüzyılda Avrupa'da kapitalizmin ortaya çıkışıyla bağlantılı.
Erken modern çağın yoksulluk algısı ise, yoksullara atfedilen toplumsal işlevde bir değişiklik olduğuna işaret ediyordu. Artık yoksulların varlık nedeni zenginlerin ruhsal selameti olmaktan çıkmış, çalışmakla tanımlanmaya başlamıştı.
‘Açlık Oyunları’nın Politik Psikolojisi
‘Açlık Oyunları’ndaki (Hunger Games, 2012, 2013, 2014) devrim selamı (üç parmaklı selam), bugün Tayland’da askeri yönetimine karşı direnen gençlerin simgesi olmuş durumda. Kamusal alanda bu selamı vermek, gözaltı nedeni olabiliyor (Bangkok Post, 2014). Tayland’da ‘Açlık Oyunları’nın kimi gösterimleri siyasal nedenlerle iptal edilmiş durumda (the
İktidarın görevinin herkesin mutluluğuna hizmet etmek olduğunu, bunun yerine sefalet yaratıp sefaleti arttıracak şekilde işleyen bir sistemin yanlış bir sistem olduğunu ve değişmesi gerektiğini vurguluyor.
Sayfa 54
Reklam
John Locke’un 17. yüzyılda mülkiyet üzerine yazdıklarının başlangıcında şu soru yer alıyor: Tanrı dünyayı Âdem’e ve onun soyundan gelenlere verdiğine göre, yani dünya insan neslinin ortak mülkü olduğuna göre, nasıl oluyor da bu mülkün parçaları bazı insanların özel mülkiyeti haline geliyor?
John Locke’un 17. yüzyılda mülkiyet üzerine yazdıklarının başlangıcında şu soru yer alıyor: Tanrı dünyayı Âdem’e ve onun soyundan gelenlere verdiğine göre, yani dünya insan neslinin ortak mülkü olduğuna göre, nasıl oluyor da bu mülkün parçaları bazı insanların özel mülkiyeti haline geliyor?
Kapitalizm, “özgür emeği”, yani yaşayabilmek için emeğini satmak zorunda olan mülksüz insanı, bir sözleşme ilişkisi çerçevesinde çalıştırmaya dayanan ve değerler sisteminin merkezine temel değer olarak çalışmayı koyan bir toplum düzenidir.
275 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye'de Sosyal Politika
Son zamanlarda Ayşe Buğra hocanın ismi sıkça gündemdeydi. Onun mükemmel akademik kariyerini bilmeyenler o kadar çok ki. Bu yüzden literatüre yaptığı o değerli katkıları okumak bu günlerde çok önemliydi. 《☆☆☆》 Okumaktan çok büyük zevk aldığım bir kitap oldu. Yeni kurulan Cumhuriyet'in yoksulluk mücadelesi, sosyal politikaları, vakıf ve soysal
Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye'de Sosyal Politika
Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye'de Sosyal PolitikaAyşe Buğra · İletişim Yayınları · 2015100 okunma
Kapitalizm nedir?
"Kapitalizm, insanı işgücüne indirgeyen, insan emeğini meta olarak gören bir sistemdir."
Sayfa 49 - İletişimKitabı okudu
45 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.