Bir kitabı okurken geçen iki saatin ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince, insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür yeis içinde kalırdım.
Uçsuz bucaksız yalnızlık çölündeki dev şölen ateşine varacak. O da katılacak kendinden geçmişcesine dans eden kalabalıkların arasına. Zehirlerinden boşanmış, esrik, zevkle lanetlenmiş. Ortak ateşlerinin, onları dört bir yandan kuşatmış geceyi ve kendi içlerindeki geceyi aydınlatmasi için umutsuzca dans edenler... Aynı ritimde, aynı çölde, aynı gecede. Uygun adım, el ele, omuz omuza bir yok oluşun diplerine doğru yürüyenler. Büyük sır orada, o kör noktada işte: yaşam iki göz kirpmasi arasında görülen bir düştür. Yalnızca bir düş.
"Çığlıklar, davullar, dans, dans, dans, dans!"
Yaşam bütün kayıtsızlığı ve alaycılığıyla akıp giderken, o yalnızca gerçeğin korkunç çölünde kişisel bir gözlem kulesi yapmıştır. Çatlak tahtaları dan rüzgarlar dolan, sallantılı, uğultulu bir kule.
Belki de kendisinden bir trajedi kahramanı, kaidesinde devrilmiş, onurlu bir insan anıtı yaratma çabası . İmgelemin plasentasında donup kalmis anıların üzerine bir kat şiirsellik cilası çekmekti amacı.