"Eeee, Resul Ağa efendimiz, senin gibi bir
ağa efendi tekmil Toros ülkesinde, Binboğalarda, güneşi çok Anadoluda, bütün
Çukurovada yok. Eeee, beni tutsak kılıp da işkence yaptıklarının hesabını nasıl vermek istersin?" Yanındaki çinke taşa bir de kurşun sıktı. Taşın kırıkları Resula değdi, Resul sıçradı ama, bu sefer yere yığılmadı. Mustana doğru birkaç adım attı, durdu. Yalım gibi gözlerini
kırpmadan Mustanın gözlerinin içine dikti.
Gözleri ışıl ışıl yanıyordu. Mustan şaşırdı, ürktü, korktu. Kendisini hemen toparlayamadı. Ölü birden dirilmiş, canlanmış gibiydi. Neden sonra kendini toparlayan Mustan yürekten bir kızgınlıkla bağırdı:
"Söyle ulan, bana hakaretlerini, işkencelerini
nasıl ödeyeceksin?"
"Senin gibi yalvararak, ayak öperek değil...
Ödesem ödesem ölerek öderim," dedi, sert tok, bütün sonucu şimdiden kabullenmiş.
Mustanın öfkesi birden geçti. Şaşkınlığı daha da büyüdü. Bunu hiç beklemiyordu. Daha önce; böyle böyle olacak, Resul bunu söyleyecek deseler ona düş gibi gelirdi.