Hayatta, kaybettiğin insanların olur da bir an eksikliğini duyarsan, gider birinden teselli istersin ya. Peki ya kendin eksiksen?
İşte tüm mesele bu bağrımdaki boşluk.
Tabiat o kadar yücedir ki kendisini eğlendirecek karşıtlıklar bulur ve en tiksindirici, en hüzünlü şeyleri elinde bir çiçek ve göz kırpmasıyla ayağına çağırır. Belki tüm bu zıtlıklar çiçeğe daha fazla güzellik katıyordur. Bahçıvanım, menekşelerin hoş kokusunu alabilmek için domuz gübresi gerektiğini söylerdi. Hiç denemedim ama doğru olmalı.
Bu son kaybın ağırlığıyla kaskatı kesildim.İnsana dair hiçbir şey kalmadı bende.Öyle derin duyguları olan biriydim ki parçalara ayrılırdım eskiden.Şimdiyse içim kurak.
Belki de yanlış bakıyoruz duruma
dışarıda arayıp bulacağımızı
belki bir asansörde yanımıza
ya da bir kafede sandalyemize yanaşarak
gelip bizi bulacak bir şey olduğunu sanıyoruz.
“Rüzgâr eser. Hırçın rüzgârlar da vardır, insanın ruhunu okşayan rüzgârlar da. Fakat tüm rüzgârlar, gün gelir yitip gider. Rüzgâr cisim değildir. Havanın yer değiştirmesine verilen genel bir addır yalnızca. Kulak ver, bu metaforu anlamaya çalış.”
İnsan kendisinin eksik bir parçasını bulmak umuduyla âşık olur. O yüzden de, âşık olduğu insanı düşünürken, kişisine göre değişmekle birlikte, az ya da çok hüzünlenir.