Sana bir şey diyeyim mi? Hani biraz önce soruyordun ya, ben neden burada yaratıldım diye, işte sebebi belki de budur. Beni kurtardın. Arkadaşlık böyle güzel bir şey işte. Arkadaşlık böyle önemli bir şey...
OSCAR VVILDE'm "The Nightmgale and the Rose" (Bülbül ile Gül) adlı bir hikâyesi vardır. Özetleyelim:
Fakir bir öğrenci, sevdiği zengin kızı dansa götürmek ister ve cesaretini toplayıp ona teklifte bulunur. Kız, eğer kendisine kırmızı bir gül getirebilirse sabaha kadar dans edebileceklerini söyler. Ne ki, mevsim henüz gül mevsimi
Sana bir şey diyeyim mi? Hani biraz önce soruyordun ya, ben neden burada yaratıldım diye, işte sebebi belki de budur. Beni kurtardın. Arkadaşlık böyle güzel bir şey işte. Arkadaşlık böyle önemli bir şey...
Fakir bir öğrenci, sevdiği zengin kızı dansa götürmek ister ve cesaretini toplayıp ona teklifte bulunur. kız, eğer kendisine kırmızı bir gül getirebilirse sabaha kadar dans edebileceklerini söyler. Ne ki, mevsim gül mevsimi değildir. Buna rağmen delikanlı büyük bir sevinçle kırlara koşar. Arayıp tarar ama gül bulamaz. Bu umutsuzlukla ağlamaya,
Düşünce ve hayat iki zıt kutuptur. Bu nedenle -Orlando da şimdi bir koltukta oturup düşünüyor- o işini bitirene kadar takvimin aylarını ezbere sıralamaktan, tespih çekmekten, sümkürmekten, ateşi körüklemekten, pencereden dışarı bakmaktan başka yapılacak bir şey yok. Orlando öyle sessiz oturuyordu ki yere iğne düşse duyardınız. Keşke bir iğne
Ben Bir
El değmedik günler getirdin aklıma
Hayâtımın geçmediği içinden
Küçük, süslü, mâsum
Dilinin kıyısında yaşanası
Yoksul yine yoksul
Gece yine gece
Bütün bildiğimiz şeyler vardı
Dağlar dimdik duruyordu ayakta
Papatya toprakta büyüyordu
Ve bir kelebek
Yüreğini dokunduruyordu göğe
Dal, eğildi kulağıma, adını söyleyiverdi
Ben bir erik fidanıyım.
Bu yer, bu gök, bu su, senin içindi!
Dünyâ yaşamak için.
Hayâta karşı saygımdın
Ve bilmek seni
Bu kadar büyük bir aşkla
Cehennemden gelen gözyaşımda...
"Günaydın demeli sabaha
günaydın demeli şiirce
gün gibi ortada olmalı
hasret gibi duygulu
yer elmesı çiçeğince aydınlık
papatya gibi apaçık…
renk gelmeli yüzüne siyah beyaz resimlerin
yüreğine su yürümeli
kelebek konmalı yanağına yarin
öpücük gibi dokunmalı yüzüne
sürgüne durmuş söğüt olmalı sevgili
söyleyin belediyeye günaydın serptim sokağa
yüzlerden..gülümsemeleri süpürmesin
günaydın sevgili günaydın
bu sabah sen çok güzelsin.
Ne de yakışmışsın sabaha."
Fakir bir öğrenci, sevdiği zengin kızı dansa getirmek ister ve cesaretini toplayıp ona teklifte bulunur. Kız eğer kendisine kırmızı bir gül getirebilirse sabaha kadar dans edeceklerini söyler. Ne ki mevsim henüz Gül Mevsimi değildir. Buna rağmen delikanlı büyük bir sevinçle kırlara koşar arayıp tarar ama gül bulamaz. Bu umutsuzlukla ağlamaya
“Niye ağlıyor?” diye sordu küçük bir yeşil kertenkele, kuyruğu havada, Öğrenci’nin yanından koşarak geçerken.
“Neden sahi?” dedi bir kelebek, bir güneş ışığını kovalıyordu.
“Neden, sahi?” diye fısıldadı bir papatya komşusuna, yumuşak, alçak bir sesle.
“Kırmızı bir gül için ağlıyor,” dedi Bülbül.
“Kırmızı bir gül için mi?” diye bağırdılar; “Ne kadar da gülünç!” Her şeyle alay eden bir yaradılışa sahip olan küçük Kertenkele ise düpedüz güldü.
Ama Bülbül, Öğrenci’nin kederinin sırrına vâkıftı ve meşe ağacında hiç sesini çıkarmadan oturup Aşk denen bilinmezliği düşündü.