İki dinli bir fert olmadığı gibi, iki medeniyetli bir millet de olamaz. Tanzimatçılar bu noktayı bilmedikleri için, yaptıkları teceddütte (yenilikte) muvaffak (başarılı) olamadılar.
İşte Türkçülüğün vazifesi, bir taraftan yalnız halk arasında kalmış olan Türk harsını arayıp bulmak, diğer cihetten (taraftan) Garp medeniyetini tam ve canlı bir sûrette alarak millî harsa aşılamaktır.
Şark medeniyeti bazılarının zannettiği gibi gerçekten İslâm medeniyeti değildi. Menşe (köken) itibarıyla Şarkî Roma (Doğru Roma) medeniyetinden ibaretti. Nasıl ki Garp medeniyeti de Hıristiyan medeniyeti değil, Garbî Roma (Batı Roma) medeniyetinin bir devamından ibaretti. Osmanlılar, Şarkî Roma medeniyetini doğrudan doğruya Bizans'tan almadılar: Kendilerinden evvel, Müslüman Araplarla Acemler bu medeniyeti almış olduklarından, Osmanlılar onu bu dindaş milletlerden aldılar. Bundan dolayıdır ki bu medeniyeti, bazı mütefekkirler (fikir adamları) İslâm medeniyeti zannettiler. Yukarıdaki Medeniyetimiz ünvânlı mebhasta (kısımda), Şark medeniyetinin Şarkî Roma (Doğu Roma) medeniyeti olduğunu tarihî delillerle ispata çalıştım. Bu husustaki deliller o kadar çoktur ki bir iki makalede değil, birkaç ciltlik bir kitapta ancak cem' edilebilir. (bir araya getirebilir.)
Ziya Gökalp bu eserinde Türkçülüğü iki ana çerçevede incelemiştir, Türkçülüğün mahiyeti ve Türkçülüğün programı.
Türkçülüğün mahiyeti kısmında; Türkçülüğün tarihi, Türkçülük nedir, Türkçülük ve Turancılık gibi konulara değinir. Türkçülüğün programı kısmında ise biraz daha Türk milletini anlamaya yönelik sosyolojik tespitlerine yer verir: yazı