Hakikatin bağırıp çağırmaya ihtiyacı yoktur. Hakikat, sessiz sedasız gelir. Fısıltılar eşliğinde çıkar ağzımızdan. Yalan söyleyen yalanını yüksek sesle savunabilir, fakat hakikat kısık sesle konuşur.
Örneğin kırık bir bardak var masanın üzerinde. Anne hışımla evin ufaklığına yöneliyor: “Bardağı sen kırdın!” “Hayır,” diyor çocuk “ben kırmadım.” Suçlama ve baskı artınca ağlayarak odasına çekiliyor çocuk: “Madem siz öyle diyorsunuz.. Evet ben kırdım."
Halbuki bardağı çocuk kırsaydı bağıra çağıra yalanını savunur, gürültüyle hakikati bastırmak isterdi. Fakat o, kısık sesle gerçeği söyledi, anlamadılar. Israr etmedi, çünkü ısrar etse de anlamayacaklardı.
Hepimiz modern çağda yaşayan çocuklarız. Ortalık kırık bardaklarla ve suçlamalarla dolu: ”Bardağı sen kırdın!” Hayır, bardağı kıran biz değildik fakat suçlamalardan sonra bardağı kıranın kendimiz olduğuna inandırıldık. Ne de olsa anlatsak anlamayacaklar, söylesek dinlemeyeceklerdi.
Hani demiş ya “haklı olmak mı” “haklı olduğunu anlatmak mı daha zor?” Diye. Sizi bilmem ama ben cevap hakkımı ikinci seçenekten yana kullanıyorum. Ne de olsa bir Kayahan şarkısı gibi hayat: “yine bize gurbet yine bize hasret var / yine bize zor günler düştü...”