Bu sebepledir ki Tevhid zorunlu olarak, tabiatta Allah'ın dışındaki bütün güçlerin saf dışı bırakılmasına, sihrin, büyünün, ruhçuluğun reddedilmesine yol açar.
Böylece tabiat ilkel dinlerin tanrılarından ve ruhlarından, cahil ve saf insanların inandığı hurafelerden arındırılmış olur. Bu suretle Tevhid tabiat bilimleri için olmazsa olmaz şartlara da zemin hazırlar ki, bu da tabiatın gizli güçlerden "profanlaştırılması"dır.
Dolayısıyla bilim, tanrının tabiattan tecridini değil, hayaletlerin, gizli güçlerin, kötü ruhların, tecridini gerektirir.
Tanrı inancı tabiat bilimlerinin düşmanı olmak bir yana gerekli, hatta zorunlu şartı olur. Sebepliliğin bu şekilde kabulü ve gizli güçlerden arındırılması, tabiatın tetkikini ve keşfini, dolayısıyla bilimi mümkün kılar.
Tarihte İslam medeniyetinin en parlak dönemlerinde bilimler alanındaki baş döndürücü gelişmeleri mümkün kılan da, işte böylesi bir Allah-âlem ilişkisi tasavvuru olmuştur.
Çünkü bu tasavvurda, ilahi inisiyatifi kişinin kendisinde, toplumda ve tabiatta gözlemesi demek, manevi, sosyal ve tabiat bilimleri alanında faaliyet göstermesi demektir.
Dolayısıyla İslam'ın, Tevhid ilkesinden dolayı, bilime engel olusturması söz konusu değildir.