Marquez’den okuduğum üçüncü kitapla sizlerleyim. Kırmızı Pazartesi ve Yaprak Fırtınası’ndan sonra yazarın en uzun ve en güzel öyküsünü okumak bana keyifli bir okuma yolculuğu sundu. Umudu hiç bitmeyen bir bekleyişin, komik ama trajik öyküsünü, emekli bir albayın sabrıyla okuyoruz.
Vatanı uğruna savaşarak, gençliğini ve daha birçok şeyini feda etmiş bir albayın hizmetlerini karşılıksız bırakan bu sistem sövülecek cinsten. Her cuma günü postaneye bir heyecanla giden ama dönüşü kötü olan bir kısır döngü içinde yüzen albay, bıkmıyor ve usanmıyor.
Karnını doyurmak için emekli aylığına bel bağlayan albay ve karısı, horozla beraber umutsuzlukla umut arasında gidip gelen bu bekleyişi ve yaşananları bütün çıplaklığıyla bize gösteriyor. Yaprak Fırtınası’ndaki Macondo’ya burada rastlamak hoşuma gitti bu arada. Bu kitaptan önce onu okumanız daha doğru olur gibime geliyor.
Yasaklanmış olgular içinde yaşamanın zorluğunu, hayata ve ölüme dair birçok notu, bizimle paylaşan yazar her türlü övgüyü hak ediyor. Anlatım şekli ve kurgusuyla çok farklı ve tartışılan kitapları herkese hitap etmeyebilir ama ben yazarın kalemine yine hayran kaldım. Eğer hiç okumadıysanız, benim okuduğum üç kitabı size tavsiye etmekten mutluluk duyacağım.
Hem güldüren hem de düşündüren bu öykü, uzun süre hafızamdan silinmeyecek gibi.