Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Anlamın Buharlaşması Ve Kur'an

Dücane Cündioğlu

En Eski Anlamın Buharlaşması Ve Kur'an Sözleri ve Alıntıları

En Eski Anlamın Buharlaşması Ve Kur'an sözleri ve alıntılarını, en eski Anlamın Buharlaşması Ve Kur'an kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
• Dile yüklenen muradı doğru anladığımızda, dile gelen, dillendirilen gerçekliği kavradığımızda dil-dışı gerçekliği de kavramış olur muyuz? Sözgelimi bir kimsenin Kur’an’da geçen zulüm kavramını anlamış olması ne demektir? Zulüm kavramının anlaşılmış olması, o kavramın temsil ettiği olgunun kendisinin de anlaşılmış olduğunu gösterir mi? • Bu ‘gerçeklik biçimleri’ arasındaki münasebetin mahiyeti nedir? Bunlar ne tür bir varlık tarzına sahiptirler? Bu ve benzeri sorulara cevap verebilmek, ister istemez dil’deki gerçeklikle dil-dışı gerçeklik arasındaki ilişkinin ne tür bir ilişki olduğunu bilmeyi gerektirir.
Sayfa 71
Herakleitos’un görüşü
Herakleitos dünyayı, zıt yönlü gerilimlerden oluşan bir örgü olarak tasavvur eder: Aslına bakılacak olursa, sabit maddelerden söz edilemezdi, sadece bizim maddeler olarak kavradığımız olaylar vardı. Onun, nesnelerin bu iç yapısı hakkında verdiği örnekler, bir bakıma akma ifade eden ‘nehir’ ve bir yanma ifade eden ‘alev’dir. O, maddelerin oluş bildiren yapısını nesnelerin isimlerinde bulduğuna inanıyordu; çoğu nesnelerin isimleri, ya ‘akmak’ (rhein) ya da ‘gitmek’ (ienai) olayını belirten ya da herhangi bir tür hareketi ifade eden kelimelerden türemiştir. Bu nesnelerin özüne uygundur, çünkü bu öz, akıştır; yani harekettir.(Porzig, 1990:1/12)
Sayfa 76
Reklam
Yunanlılar sözcüklerin kaynağına inip sözcüklerin asıl anlamını açığa çıkarmayı (etimoloji yapmayı), doğanın gerçeklerinden birini ortaya çıkarmanın en heyecan verici yöntemlerinden bir olarak kullandılar. Çünkü köke, kökene inmek, doğruya ve gerçeğe ulaşmanın en müessir yoluydu.
Sayfa 79
Aristo’nun görüşü
Aristo kelimelerin kaynağının ‘tabiat’ mı, ‘insan yapısı’ mı olduğu üzerinde kısa ve kesin konuşmuş, sözlerin veya söylenen kelimelerin ruhtaki intibaların sembolü ve işareti olduğunu, yazı ve sözün bütün insanlar arasında aynı olmadığını ve fakat etraftaki varlıkların ve bunların zihindeki intibaların aynı olduğunu, seslerin ve işaretlerin kendiliklerinden bir anlama gelmediğini, insanların, seslerin bir şeyi temsil etmesine karar vermedikçe kelimenin meydana gelmeyeceğini, bu nedenle de kelimeleri insanlar arasındaki bir anlaşmadan doğduğunu, yani ‘doğal’ olmadığını söylemiştir.
Sayfa 82
Gazâlî’nin görüşü
• İmam Gazâlî’nin bu konuya yaklaşımını, bir de el-Mustasfa adlı eserinden izleyelim. O bu eserimde, dillerin menşeine dair bir fasıl açar ve bu meseleyle ilgili üç görüşün olduğunu söyler: 1) Dillerin ıstılahî olduğunu, uylaşım yoluyla ortaya çıktığını savunanlar; 2) Dillerin tevkifî olduğunu söyleyenler; 3) Dilin tevkifï bir suretle başlayıp ıstılahî olarak oluştuğunu öne sürenler. Kendisi, delillerini de zikrettiği bu üç görüşün, son tahlilde iki açıdan ele alınabileceği kanaatindedir: Önce bu görüşlerin kalem caiz olup olmadıkları üzerinde düşünülmeli, sonra fiilen vukû bulup bulmadıkları tahkik edilmelidir. Gazâlî, bu görüşlerin üçünün de aklî cevabın kapsamına girdiğini ve hepsinin de kalem imkân dahilinde olduğunu belirttikten sonra şöyle der: Bu kısımlardan hangisinin vakî olduğu meselesine gelince, bunun yakînen bilinmesi için ya ‘aklî burhan’ gerekir, ya ‘mütevatir bir haber’ ya da ‘sahih bir rivayet’ (sem’-i kat’î). Oysa bu meselede, aklî burhan’a yer olmadığı gibi, bu meseleyle ilgili olarak mütevatir bir haber veya sahih bit rivayet de nakledilmemiştir. Dolayısıyla amelî ibadetlerle bir alâkası olmayan itikadî bir gereklilik de taşımayan bu hususta geriye gaybı taşlamaktan başka bir şey kalmaz. Bu konuya dalmak, neticede, aslı olmayan fuzulî bir iş yapmaktır.
Sayfa 87
Ya o esmâ’yı Allah kendi vazedip Âdem’in ruhuna nakş u ilham etti veya Âdem’e bunları lüzumunda vazedip kullanacak bir istidad-ı mahsus’u haiz bir ruh nefhini takdir etti ki evvelki zahir, ikincisi muhtemeldir. (Yazır, 1971:1/308-309)
Sayfa 90
Reklam
İnsanın Allah tarafından yaratılıp kendisine beyanın öğretildiğini bildiren bu ayetlerin talim-i Kur’andan söz eden başlangıç cümlesinin hemen ardından gelmesi ve sûre’nin tamamının ilahi nimetlerden söz eden, muhataplarına bu nimetleri hatırlatan bir muhtevaya sahip olması dolayısıyla mezkur ayetlerin insandaki bu kabiliyeti, bu melekeyi Şükrü gerektiren bir nimet, bir ihsan olarak nitelendirdikleri öngörülebilir ve böylelikle Rahman/3-4 ayetlerinin Bakara/31 ayetiyle değil, Bakara/31 ayetinin Rahman/3-4 ayetleriyle tefsir edilmesinin bu bağlamda daha doğru bir yaklaşım olacağı öne sürülebilir. Rahman Kur’an’ı öğretti, insanı yarattı, ona beyanı öğretti. (Rahman: 1-4)
Sayfa 94
Beyan Yetisi
Beyan kelimesinin Arap dilindeki mânâları üzerinde dikkatlice düşünüldüğünde, bu kavram karşılığını bulan kabiliyetin bütün insanlara müştereken verilmiş ilahi bir nimet olduğu açıklık kazanır. Allah Teâlâ, insanı yaratıp ona beyanı öğretmekle (ona anlama, konuşma, düşünme, akletme yetisi vermekle) onu ilahî buyruklar karşısında mükellef tutmuş, kendisine böyle bir hususiyet bahşetmekle onu diğer canlılara üstün kılmıştır. Nitekim Zemahşerî, Rahman Sûresinin tefsirinde Allah Teâlâ’nın nimetlerini sıralamaya nimetlerinin en üstünü ile, din nimeti ile başladığını, çünkü din nimetinin ve vahy-ilahî’nin en a’lâ mertebesinin Kur’an‘ın tenzil ve talimi olduğunu söyler, sonra insanın yaradılışının zikredilip talim-i beyan sebebiyle onun diğer canlılardan temyiz edildiğinin vurgulandığını, beyan’ın ise mantık (büyük=kelâm) demek olduğunu açıklar. (Zemahşerî, VI/61)
Sayfa 95
Sözün özü, Bakara/31 ayetinde geçen talim-i esmânın, Rahman/4 ayetinde geçen talim-i beyan ile tefsir edilmesinin daha ikna edici bir yaklaşım olduğu söylenebilir. Nitekim daha önce de bir grup âlimin Bakara/31 ayetini “insana isimleri vazedebilme iktidarının verilmesi” şeklinde yorumlandığını aktarmış ve isimlerin öğretilmesinin, bir dilin öğretilmesine bağlı olduğuna, bir dilin öğretilmesinin ise insana dil yetisi’nin verilmesiyle mümkün olabileceğine işaret etmiştik.
Sayfa 96
Kimileri, ayette geçen ‘isimleri’ herhangi bir dizge’ye dahil etmeksizin tasavvur edebileceğini zannetmekte, ancak bunun olabileceğini düşünmemektedirler; yani bir dizge içerisinde yer almadıkça, mücerred isimlerden hareketle o isimlerin temsil ettiği varlık hakkında bilgi sahibi olunamayacağını nazar-ı dikkate almamaktadırlar. ‘İsimler’, mücerred kelimeler değillerdir; eğer dildeki anlamı kastediliyorsa, isimler fiil ve edatlarla birlikte ‘kelime’nin sadece bir bölümünü oluştururlar ve son tahlilde zaman ifade etmeyen adlar demek olduklarından, eylem değil, durum bildirirler. Bu nedenle bir dildeki kelimeler (dolayısıyla ‘isimler’), adına dil denen dizgeden bağımsız varolamazlar. Varoldukları andan itibaren ise zaten bir dizgenin içerisine dahil olurlar; daha doğru bir deyişle varoldukları anda yine bir dizgenin içerisine varolurlar.* *Burada insanın düşünebilme-konuşabilme yetisine tekabül eden şeyin, ‘dil dizgesi’ değil, ‘dil-yetisi’ olduğu bilhassa nazar-ı dikkate alınmalıdır.
Sayfa 97
223 öğeden 141 ile 150 arasındakiler gösteriliyor.