Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Ariflerin Menkıbeleri

Ahmed Eflaki

En Eski Ariflerin Menkıbeleri Sözleri ve Alıntıları

En Eski Ariflerin Menkıbeleri sözleri ve alıntılarını, en eski Ariflerin Menkıbeleri kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Derle r ki: Celaleddin Hüseyin hazretleri daima bekarlığından dolayı üzülür, "lnsanların en fenası bekarlar- dır" sözünün anlamını düşünür, kendi kendine: "Her dakika dinin bütün hükümlerini ve Peygamberin sünnetlerini yerine getirmeğe çalıştım. Bu işte hiç tembellik ve ihmal gösterme- mişim. Tanrı'nın ihsan ettiği fazilet sayesinde büyük günah- lardan sakınmış ve onun merhametine sığınmışım. Nikah sün- netine rağbet etmeyişimden başka peygambere uyma yolun- dan bir adım olsun ayrılmamışım," derdi. Bunun üzerine hemen o gece peygamberlerin sultanı ve alemlerin rabbi olan Tanrı'nın sevgilisi Muhammed Emin'i rüyada gördü. Peygamber ona: "Horasan padişahının kızı ile evlen," dedi. Tanrı'nın takdiriyle aynı gece hem padişah hem vezir ve hem de dünya kraliçesi, Peygamber hazretlerini (Tanrı'nın selamı onun üzerine olsun) rüyalarında gördüler. Peygamber: "Dünya kraliçesini Hüseyin Hatibi'ye nikahladım, bundan sonra kraliçe onundur," dedi. Ne güzel damat ve ne de güzel gelin!
Şiir: "Mübarek olsun dünyada toyumuz düğünümüz, Toyu ve düğünü boyumuza göre biçti Tanrımız" Vezir, sabahleyin erkenden büyük bir sevinçle kalktı, rüyasını arz etmek için padişahın huzuruna geldi. Padişah ve dünya kraliçesi de her şeyi iyi ve doğru gören vezirin gözü- nün gördüğü rüyayı görmüşlerdi. Hepsi Hakk'ın bu yüceliği ve iradesi karşısında şaşakalmışlardı. Vezir, padişahın mü- saadesiyle rüyalarını kendisine anlatmak için Celaleddin Ha- tibi'yi ziyarete geldi. Vezir daha ağzını açmadan Celaleddin Hatibi onların gördükleri rüyayı ona bir bir anlattı. Vezirin samimiyeti bir iken bin oldu. O günlerde tantanalı bir düğün ve tören yaparak hakkı, layık olana verdiler.
Reklam
D e r l e r k i : Hüseyin Hatibi hazretleri gençli- ğinin ilk çağında : engin bilgili ve derin bir bilgindi. Şöyle ki: Nişaburlu Raziyüddin, Bedr-i Ru'us ve Şeref-i Akili gibi dünyanın meşhur adamları onun öğrencisiydi. Ayrıca iki üç bin müfti ve keramet sahibi zahit öğrencisi de vardı. (4) D erler ki: Dokuz ay sonra Baha Veled haz- retleri dünyaya geldi. O iki yaşında iken babası Hüseyin Ha- tihi öldü. Baha Veled efendimiz büyüyüp büluğa erince, bü- tün bilim ve hikmetlerde müstesna ve parmakla gösterilen ·bir adam oldu. Tam bu sırada anne tarafından olan akra- baları, herkes Baha Veled'in hükmü altında bulunsun diye, Baha Veled'i padişahlık tahtına oturtmak için söz birliği et- tiler; fakat Baha Veled kabul etmedi ve hiç razı olmadı. Bir gün babasının kütüphanesine girdi. Kitapları tetkik ederken dünya kraliçesi olan annesi: « Bizi, babana bu bilimler ve hikmetleri bildiği için vermişlerdir, ıı dedi. Bunun üzerine Ba- ha Veled kendini tamamiyle dini ilimler tahsiline verip ça- lıştı ve dünya mülkünden tamamen el çekti.
Derler ki : Belh diyarında bulunan, Tanrı' dan korkan istidatlı üç yüz müftünün hepsi bir Cuma gecesi Muhammed Mustafa hazretlerini (Tanrının selat ve selamı onun üzerine olsun) rüyada gördüler. Şöyle ki: Bir sahranın içinde büyük bir çadır kurmuşlar, içine de bir yaygı sermiş ve yastık koymuşlardı. Peygamber o yastığa yaslanmıştı.
Baha Veled hazretleri minberde vaız esnasında Fahred- din-i Razi ve Muhammed Harizmşalı'a dailna bid'atçı der ve ayna gibi her birinin halini aynen gösterirdi. Onlar Baha Veled'in bu kafalarina vururcasına azarlamasından ve tok sözlülüğünden son derece incinirlerdi. Fakat ona karşı kendilerinde ne söz söylemeğe mecal ve ne de cevap ve suale imkan vardı. Nihayet bir gün yine Baha Veled vaızda coşmuştu. Heyecana gelerek: Ey Fahreddin-i Razi, ey Muhammed Harizm- şah ve diğer bid'atçılar! Biliniz ve haberdar olunuz ki, siz rahata kavuşup yüz bin gönlü ve birçok ilah! devletleri bıra- karak kendinizi karanlığa attınız. Bu kadar mucize ve delilleri bırakıp hayaller arkasından koştunuz. Dünyanın bu ka- darcık karanlığı bir aydınlıkları size karanlık ediyor. Bu karanlıkların bu aydınlıklara üstünlüğü, nefsin üstünlüğün- den ötürüdür. Nefsin bu üstünlüğü sizi işsiz bırakıyor ve siz kötülüğe çalışıyorsunuz. İşsiz kalınca da daima kötülük ediyorsunuz. Bu sebepten karanlık, vesvese, boş hayal, insanı bozan sevdalar, sapıklıklar ortaya çıkıyor. Bundan dolayı sizde akıl yabancıdır, nefis de kendi üzesinde hakimdir. Nefsin bulunduğu o ülke, şeytana aittir, » dedi ve Maarif adlı kitabındaki sözlerini sonuna kadar anlattı.
Harizmşah bu düşünüşe hayret ederdi bu işittiğini ne yolla açıklamasını ve Baha Veled'e ulaştırmalarını şaşırdı. Dostlarından bir grup bu durumu Ba- ba Veled hazretlerine bildirdiler. İkinci gün Muhammed Ha- rizmşah hassalarından bir haberciyi Sultan-ül-Ulema'ya göndererek dedi ki: « Şeyhimiz eğer Belh ülkesini kabul ederse bu günden itibaren padişahlık, ülkeler ve askerler onun olsun ve bana da başka bir ülkeye gitmem için müsaade etsin. Ben de oraya gidip yerleşeyim, çünkü bir ülkede iki padişahın bulunması münasip değildir. Tanrı'ya hamdolsun, ona iki çeşit saltanat verilmiştir: Birincisi dünya, ikincisi ahiret saltanatıdır. Eğer bu dünya saltanatını bize verip ondan vaz- geçselerdi bu çok geniş bir yardım ve büyük bir lutuf ola- caktı. »
Reklam
Sen Nesin Böyle...
Mevlana Hazretleri "Şems-i Tebrizi'nin ayağı ruhlahların başları üzerinde idi. Onun ayağının bastığı yere ayağını basma, başını koy." Ve başka bir yerde de: Şiir: "Aşk delidir, biz delinin delisiyiz. Nefis emmaredir, biz emmarenin emmaresiyiz," buyurdu.
"Doğruluğun ve aldatıcı yalanın kokusu misk ve sarımsak gibi nefesle belli olur. Eğer sen, dostu on gönülü olduğundan ötürü layıkiyle tanımıyorsan, kendi hastalanmış olan burnundan şikayet et
Bir adam bir şehire gitti. (Onun maksadı) bu şehir halkının gafletini anlayıp orada yankesicilik yapmaktı. Orada bir küçük çocuk gördü. Çocuğun elinde bir simit vardı. Bu yankesıci adam ondan simit istedi. Çocuk: "Vermiyorum," dedi. Yankesici ısrar etti. Ço cuk: "O halde öküz gibi böğür vereyim," dedi. Dolandırıcı etrafına baktı, hiç kimseyi göremeyince, karnı son derecede aç olduğundan öküz gibi böğürdü ve: "Haydi şimdi simidi ver," dedi. Çocuk: "Vermiyorum. Annem ve babam bana: 'Simidi öküze verme, çünkü öküze saman yaraşır,' diye tembih ettiler,' dedi. Şiir: "Eğer şeker eşeği keyiflendirseydi, sahibi onun önüne kantarlarla şeker dökerdi.
Rubai: "Bir kase ayranım oldukça onu içerim Şunun bunun kasesi ve kesesi ile bağlanmam. Fakirlik ve zaruret ölümle beni tehdit etse de yine hürriyetinıi kulluk mukabilinde satamam."
Reklam
"Onulmaz hastalık için koşun buraya! Bizim ilacımız hastaya birebirdir. "Biz Tanrı nın tabipleri ve talebesiyiz. Kızıldeniz bizi gördü, ikiye ayrıldı." "Biz, kimseden ücret istemeyiz. Bizim el ücretimiz Tanrı tarafından fazlasiyle gelir."
(12) Hikâye: Aziz arkadaşlar rivayet ettiler ki: Zamanın Âsiyesi olan ulu bir bayan Seyyid’in müridi olmuştu. Bir gün şaka yolu ile Seyyid’de: “Gençliğinde, mücahede ve riyazeti kemal mertebesine ulaştırmıştın. Nasıl olur da ömrünün sonunda oruç tutmuyor ve namazların birçoğunu ka-çınyorsun” diye sordu. Seyyid: “Ey çocuğum, biz yük çeken develer gibiyiz. Ağır yükler çekmiş, çok sıkıntılı zamanların felâketlerini tatmış, uzak ve uzun yollar çiğnemişsiz. Sayısız konaklar ve merhaleler aşmışız. Varlık kıl ve yününü dökmüş, zayıf, ince ve isteksiz olmuşuz. Ağır yükün altında adım atmış, az yemiş, dar boğazlı olmuşuz. Şimdi bizi, birkaç gün arpa vermek için besiye çekmişler ki beslenelim ve bir bayram günü olan Tanrı’ya kavuştuğumuz günde kurban olalım; çünkü zayıf kurban Tanrının mutfağına yaramaz, zira daima yağlı kapıya yağlı kurban gerekir” dedi.
Yine bir gün Seyyid buyurdu ki: Bir adamın şu üç halin dışında daha fazlasını istemesi, münasebetsizliktir. Bu üç halden birincisi: her yemekten kâfi gelecek kadar istemek, ikincisi: kendini soğuk ve sıcaktan muhafaza edecek kadar elbise giymek, üçüncüsü de: dünyaya maskara olmıyacak kadar yücelikten fazlasını istememektir.
Selamünaleyküm Hayırlı Sabahlar Hayırlı Cumalar...
(17) Hikâye: “Bunları aklı başında olanlardan başkası düşünmez bile” âyetinin erbabı olan has müritler şöyle rivayet ettiler ki. Seyyid hazretlerinin ömrü sona erince ve öteki dünyaya hareketi yaklaşınca, hizmetçisine bir desti sıcak su hazırlamasını emretti. Hizmetçi (biraz sonra gelip): “Suyu ısıttım” deyince Seyyid: “O halde git kapıyı muhkemce kapa ve daşarıda, garip Seyyid dünyadan göçtü, diye bir sala ver” dedi. Hizmetçi: “Ben de ne yapacak diye başımı ibadethanenin kapısına koyup gözetledim: Seyyid kalktı abdest aldı, gusletti, elbisesini, giydi, ecel kadehini içerek evin bir köşesinde kıvrıldı ve: “gökler temizdir, feleklerde olanların hepsi temizdirler. Temiz Rıhlar ve temiz ruhlu hepsi hazırlanmışlar. Ey bana bir emanet veren hâzır ve nazır Tanrı! lütfedip gel, bu emaneti benden al, “İnşallah beni sabredicilerinden bulursun ” diye bağırdı ve göçmeğe hazırlanıp, dedi: Şiir: “Ey dost, beni kabul et ve canımı al. Beni mest edip her iki dünyadan al götür. Sensiz hep ne ile gönlüm rahat ediyorsa içime ateş koy, benden onu al” Ve canını Tanrı’ya teslim etti diye anlattı. Bunun üzerine hizmetçi çığlık kopararak elbiselerini yırttı. Seyyid’in ölüm haberi Sâhib Şem-seddin’e ve ilerigelenlere ulaşır ulaşmaz fer-yadedip saçlarını yolarak geldiler. Kayseri (Dâru’l - fath) nin bütün büyük ve küçükleri başlarını açtılar. İman ehli hakkında yaptıkları gibi, hafızlar Kur’an okuyarak, şeyhler zikrederek, bilginler sarıkları perişan bir vaziyette ve okuyucular sela vererek Seyyid’i kendi mübarek mezarlığına gömdüler.
87 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.