Ne zaman vaktiyle buluştuğumuz sokaktan geçsem içim acıyor. Hakikaten iç acısının ne olduğunu sen bilir misin ?
Yani hakiki iç acısını.
Böyle birden gönlün bulanıyor, o acının başlayacağını anlıyorsun, sonra aniden bir iğne sokulmuş gibi yüreğine göz göz bir şeyler oluyor sanki. Bir acıyı tarif etmek için başka bir acıyı anlatmak ne kadar manasız değil mi? Ama öyle işte. Başka türlü anlatamam. Renk olsa kıpkırmızı olurdu acım. Bayrak kırmızısı gibi.
Öyle bir yanıyor ki bazen içim, bu dünyayı bırakıp gidesim geliyor.
Anlamıyorsun değil mi?
Anlamıyorsun biliyorum...
“Bellek kendisini korumaya alıyor. Tıpkı kalp gibi. Hani insan bazen öyle kesif bir acı yaşar ki, artık o durumdan sağ çıkmayacağını düşünmeye başlar. Hele bir de acının sürekliliği söz konusuysa ölümlerden ölüm beğenmeye kalkar. Ama aniden, kişi farkına bile varmadan, kalp kendisini korumaya alır. Sahibine rağmen kendisini sakınır. Hatta belki de sahibinden sakınır kendisini. Bu sayede, acı gitgide azalarak daha dayanılabilir bir düzeye iner. Ya da kişi acısıyla beraber yaşamaya alışır.”
“Göl sakin,durgun. Kimsenin katili olamazmış gibi. Kendisine bile zor dayanırmış gibi. Sadece üstüne düşen görüntüleri yansıtıp da derinlerini herkesten gizlermiş gibi. Sadece yok ettiğini derinlerine kabul edermiş gibi. Bir göl ile bir sevgili nasıl bu kadar benzeyebilir ki birbirine?”