Kibar hırsızın maceraları bir transatlantikte başlıyor ve sonrasında kendinizi onunla birlikte bir hapishanede, tarihi bir kalede, bazen de çocukluk günlerini geçirdiği ufacık bir odada buluyorsunuz.
Öyle bir hırsız ki işini ustalıkla yapıyor,
neşeli, istemediği hiçbir şeyi yapmıyor, elinden geldiğince silah kullanmıyor ,insanlarla alay edıyor. Kötü olması gerekirken hayranlık bile besleyebilecegınız bir karakter..
Onun için hayat bitmek bilmez bir hazine ve bütün kadınlar güzel...
Kitap bölümlerden oluşuyor ve bölümler de birbirinden farklı olarak gidiyor. Yazarın anlatım biçimi mi yoksa çevirmenin mi anlamadım ama cümleler çok düşüktü. Bazı paragraflar vardı ki kitaptan kopup, ne diyor ya bu deyip başa dönme isteği uyandırıyordu. Kitabın çoğu kısmında kimin kim olduğu karışıyor, kim hangi sözü söylemişti anlaşılmıyor. Dizisiyle alakası yok. Diziyi önceden izleyip sonradan kitabı okuyanlar hayal kırıklığına uğrayabilir.
Sanırım Mösyö Leblanc, Sör Doyle fantezisini antikarakter sunarak aşmaya çalışmış. Sherlockseverler için biraz yavan kalabilir fakat bu durum, hikayelerin başarısız olduğu anlamına tabii ki gelmez. Çok fazla soru işaretli cümle kurularak gizem yaratılmaya ve "Hey Sherlock, Lüpen olarak karşındayım ve komplike denen şeyin asıl virtüözü benim." denmeye çalışılmış gibi. Güzel kurguların olduğunu söyleyebilirim gene de kitap kendini okutuyor. Belki de ben ketumumdur Sherlockçu ekolü savunduğum için.