Biraz evvel kitabın son yaprağını da çevirdim nihayet. Artık o Kırgız köyünde değilim. Biçerdöver seslerini de duymuyor, arabaların kaldırdığı tozları da solumuyor, arkın şırıltısını da işitmiyorum. Kitabı okurken tüm duyu organlarınız ile beraber yüreğiniz de duyumsuyor romandaki acıyı, aşkı, kederi.. Aytmatov, edebiyatın Gustave Courbetsi değil de nedir? Gerçek hayattaki insanların çoğunun sahte; Aytmatov karakterlerinin de bir o kadar hakiki olduğunu daha ilk bölümde hissetmeye başlıyorsunuz. İyi ki vardın Tolgonay. İyi ki vardın Aytmatov.
Sanki yaratılmamış gibi
Matem ve hüzün,
Dilediğim bir sabahın
Gözyaşına boğulmasını isterken.
Başka bir yandan,
Bir cinayetin nitelikli haline
İtikatsız salınan us
Makabre portreler söylüyor.
Kafamın ağırlığına ihsan edilen
Tuhaf antlar içiyorum;
"Ekmek kadar masum." şiarıyla.
Sanırım Mösyö Leblanc, Sör Doyle fantezisini antikarakter sunarak aşmaya çalışmış. Sherlockseverler için biraz yavan kalabilir fakat bu durum, hikayelerin başarısız olduğu anlamına tabii ki gelmez. Çok fazla soru işaretli cümle kurularak gizem yaratılmaya ve "Hey Sherlock, Lüpen olarak karşındayım ve komplike denen şeyin asıl virtüözü benim." denmeye çalışılmış gibi. Güzel kurguların olduğunu söyleyebilirim gene de kitap kendini okutuyor. Belki de ben ketumumdur Sherlockçu ekolü savunduğum için.