İstanbul'un korkulu rüyası hâlâ zelzeledir; zelzele korkusundan ahşaba yönelen halk, Ateş Denizinde Üç Gün'de anlatmaya çalıştığım Cibali yangını gibi büyük yangınların şehri neredeyse tamamen yok etmesine rağmen bu tercihinden vazgeçmemişti. Öyle ki bazan bir yangından sonra yapılmaya başlanan evler, inşaat sırasında başka bir kızılca kıyametle küle dönerdi.
Kimsesiz odanda kış geceleri
İçin ürperdiği demler beni an!
De ki: "Odur sarsan pencereleri!.."
De ki: "Rüzgar değil odur haykıran!"
...
Hırsım gibi sonsuz yaşarsan sen de,
Ben ölümle sırdaş olur beklerim.
Hırsıma toprağı rakib etsen de,
Mezarında bir taş olur beklerim.
Birbiri ardınca öylesine akıl almaz işler yapılıyor, öyle bir alt üst oluş yaşanıyor ki, eminim, hiç kimsenin bir sene önce olup bitenleri hatırlayacak hali yok.
“Aslında belki de geçmişi kitaplarda aramak boşuna bir gayretti; bütün bir geçmiş, yekün halinde yaşadığımız anın içinde zaten mevcuttu; onu hissedip yaratıcı bir hamleye dönüştürmekti aslolan. “
Mesnev-i Şerif'deki o yangın hikâyesini hatırlar mısın? Hazret-i Ömer zamanında bir yangın çıkar. Taşların kuru ağaç gibi yandığı, kuşların gökte kanatlarının tutuştuğu, suyu bile şaşırtıp korkutan dehşet-engiz bir yangın... Çaresiz kalan halktan bazı kişiler Hz. Ömer'e gidip yangını söndüremediklerini söylerler. Hz. Ömer der ki: "O yangın sizin hasislik ateşinizden bir şûledir. Suyu bırakın yoksullara ekmek dağıtın."