Auschwitz'den Artakalanlar:Tanık ve Arşiv

Giorgio Agamben

En Eski Auschwitz'den Artakalanlar:Tanık ve Arşiv Gönderileri

En Eski Auschwitz'den Artakalanlar:Tanık ve Arşiv kitaplarını, en eski Auschwitz'den Artakalanlar:Tanık ve Arşiv sözleri ve alıntılarını, en eski Auschwitz'den Artakalanlar:Tanık ve Arşiv yazarlarını, en eski Auschwitz'den Artakalanlar:Tanık ve Arşiv yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Filmde tanıklığın gücünü oluşturan ve genelde filmin etkili olmasını sağlayan sözcükler değil, sözcükler ile ses arasındaki muğlak, karışık ilişkidir; yani sözcükler, ses, ritim, ezgi, görüntüler, yazı ve sessizlik arasındaki etkileşimdir. Tıpkı bir şarkının benzersiz icrasında olduğu gibi, bütün tanıklıklar bizimle sözcüklerinin, ezgilerinin ötesinde konuşurlar (a.g.y.: 277-78).
İnsan varlığın “temeli”nde, görmenin olanaksızlığından başka bir şey olmaması -işte Gorgo budur, bakışı insanı insan-olmayana dönüştürendir. Tam da görmenin insani-olmayan bu olanaksızlığının insanı çağıran ve insana seslenen şey olması, insanların kaçamayacağı seslenim olması -işte tanıklık budur, başka bir şey değil. Gorgo ve onu görmüş olan, Muselmann ve ona tanık olan tek ve aynı bakıştır; onlar görmenin yegane olanaksızlığını oluştururlar.
Reklam
Kampı tanımlayan şeyin basitçe hayatın olumsuzlanması olmadığını, ne ölümün ne de kurbanların sayısının hiçbir şekilde kampın dehşetini azaltamayacağını ve kampta kaybedilen onur ve haysiyetin, hayatın değil ölümün onuru ve haysiyeti olduğunu görmüş bulunuyoruz. Hannah Arendt 1964 yılında Günter Gaus ile yaptığı röportajda kamplar hakkındaki gerçeği öğrenir öğrenmez verdiği tepkiyi tüm ayrıntısıyla şöyle tanımlamıştı: Önce ne diyorduk: Evet, insanın düşmanlan olur. Bu tamamen normal. Peki niçin bir halkın da düşmanlan olmasın? Ama bu farklıydı. Sanki bir uçurum açılmış gibiydi sahiden de. Bunun olmaması gerekirdi. Sadece kurbanların sayısını kastetmiyorum. Yöntemi, ceset imalatını ve diğerlerini kastediyorum -daha fazlasına girmeye gerek yok. Bu olmamalıydı. Kendimizi alıştıramayacagımız bir şey oldu orada. Hiçbirimizin yapamayacağı (Arendt 1993: 13-14).
Levi onda Yaratılış’ın atavistik acısını saptar: “Tanrı’nın tini altında ezilmiş olan ama insanın tininin bulunmadığı terk edilmiş ve boş bir evrenin, henüz doğmamış ya da çoktan yok olmuş olan bir evrenin her bir ‘tohu vavohu’suna kazınmış acı"yı (Levi 1989: 85; [1996: 71]).
Yirminci yüzyıl etiği, Nietzsche’nin hınç ile boğuşmasıyla başlar, istencin geçmiş karşısındaki iktidarsızlığına karşı, onulmaz bir şekilde gerçekleşmiş ve artık arzulanamayacak şeye yönelik intikam tinine karşı Zerdüşt, insanlara geriye dönük istemeyi, her şeyin kendisini tekrarlamasını arzulamayı öğretir. Yahudi-Hıristiyan ahlakının eleştirisi yüzyılımızda, kişinin kendisini suçluluk ve vicdan azabından kurtararak geçmişi olduğu gibi kabullenme gücü adına tamamlanmıştır. Bengi dönüş her şeyden önce hıncı alt etmektir; her “böyle oldu”yu “böyle olmasını istedim”e dönüştüren, olmuş olanı isteme olanaklılığıdır -amor fati (yazgını sev).
Ne olursa olsun, o öğrenci kurtulduğu için utanmamıştır. Bilakis, kurtulan, hayatta kalan bizatihi utançtır. Kafka bu açıdan da iyi bir kahindi. Dava’nın sonunda Josef K.’nın “bir köpek gibi” ölmek üzere olduğu ve celladın bıçağı kalbine ikinci kez saplandığı anda Josef K.’da utanç benzeri bir şey uyanır: “Sanki onu kurtaracak olan utancıymış gibiydi.” Peki Josef K.’nın utandığı şey nedir? Bolognalı öğrencinin yüzü neden kızarmıştır? Sanki yanaklarının kızarması varılan sınırı bir an için ele vermiş gibidir; canlı varlıkta yeni bir etik malzeme benzeri bir şeye temas edilmiş gibidir. Doğal olarak bu, onun başka türlü tanıklık edemeyeceği, yine de sözcükler aracılığıyla ifade edebileceği türeden bir gerçek değildir. Ama ne olursa olsun, o yüz kızarması, bize ulaşmak için, o insana tanıklık etmemiz için zaman içinde akıp gelen sessiz bir çağrıya benzer.
Reklam
55 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.