Avrupa'yı Taşralaştırmak Postkolonyal Düşünce ve Tarihsel Farklılık Gönderileri
Avrupa'yı Taşralaştırmak Postkolonyal Düşünce ve Tarihsel Farklılık kitaplarını, Avrupa'yı Taşralaştırmak Postkolonyal Düşünce ve Tarihsel Farklılık sözleri ve alıntılarını, Avrupa'yı Taşralaştırmak Postkolonyal Düşünce ve Tarihsel Farklılık yazarlarını, Avrupa'yı Taşralaştırmak Postkolonyal Düşünce ve Tarihsel Farklılık yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Humbolt’un 1821’de ileri sürdüğü gibi, tarihçinin yorumbilgisi, daha sonra özne-nesne ilişkisi içinde inkâr edilecek olan, açıkça telaffuz edilmeyen ve varsayılan bir özdeşleşme öncülünden kaynaklanır. Ortak, tarihselleştirilemez ve ontolojik bir şimdinin -özgül tarihselleştirme etkinliği sırasında- bize anıştırdıkları olarak düşünebiliriz madun geçmişler olarak adlandırdığım geçmişleri. Burada tartışmaya çalıştığım gibi, bu ontolojik şimdi tarihsel zaman diziselliğini temelden çatlatmakta ve herhangi bir tarihsel şimdiyi kendi içinde parçalı hale getirmektedir.
Böylelikle Aristo, Castoriadis'e göre Kapital'de olmayan radikal siyasal irade meselesini tartışmaya dahil etmektedir. Aristo'nun sözleriyle ifade edecek olursa, "para genel bir mutabakat neticesinde ihtiyacı temsil etmeye başlar. Bu yüzden paraya nakit (currency) de denir. Zira para doğası gereği değil, halihazırdaki (current) bir uzlaşımla para olmuştur. Onu değiştirmek ve tedavülden kaldırmak bizim elimizdedir. Aristo'nun çevirmeni, "para", "sikke", "nakit" kelimelerinin Yunanca karşılığı olan 'nomisma'nın, nomos, "hukuk", "uzlaşım" kelimeleriyle aynı kökten geldiğine dikkat çekmektedir.
E. P. Thompson'ın haklı bir üne sahip "Zaman, İş-Disiplini ve Sanayi Kapitalizmi" makalesi tarihselci düşüncenin iyi bir örneğidir. Thompson'ın argümanı esas olarak şöyle özetlenebilir: İleri kapitalizmin tarihsel gelişim süreci içinde, işçinin, kapitalizm öncesi çalışma alışkanlıklarını terk etmek ve iş-disiplinini "içselleştirmek" dışında bir tercih hakkı yoktur. Üçünce dünyadaki işçiyi de aynı kadar beklemektedir. Bu iki işçi figürü arasındaki fark, kapitalizmin küresel gelişim sürecinin seküler tarihsel zamanında farklı konumlarda bulunmalarından kaynaklanır. Thompson şöyle yazmaktadır: "Zaman-disiplini olmadan, çalışkan adamın süreklileşmiş enerjisine sahip olamazdık ve bu disiplin ister Metodizm ister Stalinizm isterse milliyetçilik biçiminde olsun gelişen dünyaya er geç gelecektir."
Gördüğüm kadarıyla önümüzde duran görev, modern devleti ve modern devlete eşlik eden kurumları meşrulaştıran kategorileri, artık küresel geçerliliklerinin verili alınamayacağı noktaya kadar çekiştirmek ve sonra da nasıl bir Hint pazarında şüpheli para sahibine iade edebiliyorsa aynen öyle siyaset felsefesine iade etmektir.
Bundan dolayı, Avrupa'yı taşralaştırma projesi bir kültürel görecilik projesi olamaz. Bu proje, Avrupa'yı modern olarak tanımlarken ölçü aldığımız aklın/bilimin/evrensel kavramların Avrupa "kültürüne özgü" olduğu iddiası üzerine kurulamaz. Zira mesele Aydınlanma rasyonalizminin her zaman kendi başına mantıksız bir şey olması değil, tarihler ve coğrafyalar üstü bir sabit olmayan aydınlanma rasyonalizmi "aklı"nın nasıl olup da -nasıl bir tarihsel süreç vasıtasıyla- doğduğu toprakların çok ötesinde doğallaştığının belgelenmesidir. Bir dilin bir ordu tarafından desteklenen bir lehçeden başka bir şey olmadığı söylenebiliyorsa, aynısı bugün adeta evrensel olarak "Avrupa"yı modernin asli habitusu olarak işaret eden "modernite" anlatıları için de söylenebilir.
Bir bilgi sistemi olarak "tarih," her adımda ulus-devleti çağıran kurumsal pratiklere sıkıca bağlıdır -tarih bölümlerindeki öğretim, işe alma, terfi ve yayın siyaseti ve sistemine; "tarihi", ulus-devlet üstanlatısından kurtarmak doğrultusunda birkaç tarihçinin nadiren giriştiği cesur ve kahramanca çabaları alt eden siyasete bakınız. O halde şu soru sorulmalıdır: Bugün neden tarih dersi bütün ülkelerde, 18. yüzyılın sonuna kadar bunun eksikliğini duymamış olanlar da dahil olmak üzere, modern bireylerin eğitimlerinin zorunlu bir parçasıdır? Bu zorunluluğun ne doğal bir durum ne de eski bir miras olmadığını bildiğimiz halde bugün dünyadaki bütün çocuklar "tarih" olarak adlandırdığımız bir dersi neden almak durumundadır?
"(…) ‘modern’, Meaghan Morris’in Avustralya bağlamındaki tartışmasında çok gerinde bir şekilde ortaya koyduğu gibi, ‘çoktan başka bir yerde yaşanmış olması itibariyle bilinen ve yerel bir içerikle mekanik olarak ya da başka biçimlerde yeniden üretilmesi gereken bir tarih’ olarak anlaşılmaya devam edecektir.
Üçüncü dünya sosyal biliminin gündelik paradoksu, bünyevi olarak “biz”den habersiz bu teorileri kendi toplumlarımızı anlamak için çok kullanışlı bulmamızdan kaynaklanıyor. Avrupalı bilgeler ampirik olarak cahili olduklarını toplumlar hakkında kehaneti andırır öngörülerde bulunma hakkını nereden alıyorlar? Neden bir kere daha bu bakışı iade edemiyoruz? (cevabı devamında)