“Gün gelir can yorulur, hayat biter, nesne ufalanıp toprağı arzular, yara kabuklanır, en güzel hatıralar, hatırlayanı olmadığı için yaşanmaktan cayar, şarkılar susar, hikâyeler unutulur. Binlerce sene boyunca aynı şarkılar dillerde dolaşmadı mı sanıyorsun?”
“Tanrı müziği yarattı ve sustu.”
İsmail Güzelsoy’un yeni çıkan romanı Avucumda Rüzgâr Var musikinin insanda vücut bulması, ruha sirayet etmesi, canlanıp ete kemiğe bürünmesi…
Kitap eski Türk filmlerinin samimi, nostaljik ama kalplerimizi yer yer buran üslubuyla başladı. Udi Nubar Efendi ve Nevâ’nın aşkı ile aşkı tattık; ihanet ve ölüm ile kederlendik yüreğimize taş bastık. Firdevs’e yazar ile birlik olduk lanet ettik, Tahir’in nahif kişiliği ve doğuştan getirdiği musiki yeteneğine imrendik. Yazar bizleri tıpkı farklı makamlarda çalınan ezgiler gibi bir anda gizemle örülmüş her anı merak dolu, büyülü gerçekçilik ile örülmüş bir maceranın içine soktu. Öyle büyülenmiştik ki Eflatun’un İmkansız Beste’sini aramaya koyulduk.
İsmail Güzelsoy bu eseri yazabilmek için tam dört yıl boyunca ud eğitimi almış. Kaleminin edebi gücünü müzikle destekleyen yazarın ortaya çıkardığı eser muhteşemdi. Ben anlatmayayım, siz lütfen okuyun.