Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Aydın Sapması'ndan Aydın Ulemâ Profiline

Ali Bulaç

Aydın Sapması'ndan Aydın Ulemâ Profiline Gönderileri

Aydın Sapması'ndan Aydın Ulemâ Profiline kitaplarını, Aydın Sapması'ndan Aydın Ulemâ Profiline sözleri ve alıntılarını, Aydın Sapması'ndan Aydın Ulemâ Profiline yazarlarını, Aydın Sapması'ndan Aydın Ulemâ Profiline yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Eleştiri bizatihi entelektüel ve ruhsal bir cesarettir.Bir insanın yaşadığı çağı sorgulaması ve eleştirme gücünü gösterebilmesi için "yıldız" olması gerekir.Zirvelerden dünyaya bakamayan nasıl her tarafı iyi görebilir ki ! Yıldız olmak ise herkese nasip olmaz.
Müslümanlar neyi neye karşı muhafaza etmeye çalışıyorlar? Türkiye’nin yakın tarihi tecrübesi baz alındığında şu denebilir: Müslümanlar kendilerini ve dinlerini Kemalizm’le özdeşleştiren CHP geleneğine ve sola karşı muhafaza etmeye çalışırlarken, temelde CHP ile aynı felsefî görüşü paylaşan ve fakat politik strateji ve retorikleri farklı olan sağ partileri kendileri için bir sığınak, bir koruyucu alan olarak görmektedirler.
Reklam
İslâm ile Sosyalizm arasında en önemli fark birinin tarihî misyonuyla “din” olması, öbürünün kendini “din”den uzak tanımlamasıdır. Kuşkusuz Sosyalizm de sonuçta bir din’dir; ama felsefî temel varsayımları ve toplumsal idealleriyle beşerî karakterde olan sıradan bir dindir. İslâm vahiy temeline dayalı bir din olarak önce insanların vicdanlarında yer eder, Sosyalizm sadece onların maddî-ekonomik hayatlarını iyileştirmeyi hedef alır. Sosyalizm üretim araçlarını temel alarak yaygın bir sosyalleşmenin toplumda varolan sınıf farklılıklarını ortadan kaldıracağını savunur. Kapitalizm’in mülkiyeti yalnızca burjuvazinin eline ve tekeline vermesi göz önüne alındığında bu haklı bir taleptir; ne var ki, normal bir Müslüman toplumda ne burjuvazi ne proletarya olamayacağından, bu idealler üzerinde yükselecek bir doktrine veya bir ideolojiye de ihtiyaç yoktur. İslâmiyet zaten başından beri refahın toplumun bütün katmanları arasında âdil ölçüler içinde yayılmasını temel hedefleri arasına katar. Elbette Sosyalizm’in iddia ettiğinin aksine her toplumda iktisadî gelirleri birbirisinin aynısı olmayan farklı gruplar, zümreler olacaktır. Yani bir bakıma zenginlik ve fakirlik tarihî ve sosyal bir realitedir. Ama fakir ve zenginlerin iki ayrı sınıf şeklinde ortaya çıkması İslâm’a yabancı bir olgudur. Müslümanların bir arada yaşadığı toplumda, zengin ve yoksul olabilir, ama bunlar arasında uçurumlar olmaz, üç aşağı-beş yukarı bir denge veya denge oluşmaya müsait mekanizmalar mevcut olur.
.... bazı eski radikal solcuların bile iyiden iyiye sağcılaştığını söyleyebiliriz. Örneğin, eski bir Solcu olan ve hayatının son yıllarını tutucu bir yazar olarak geçiren Uğur Mumcu tehditkâr, saldırgan, muhafazakâr ve sağcı bir ağızla laikliğe halel getirenlerin başına neler gelebileceğine işaret ediyordu.23 Türkiye’nin en ilerici sol partisi liderleri mevcut statükoyu kollayan “koruma ve muhafaza” laflarını dillerinden düşürmüyorlar. Yine, sol bir fraksiyonun Üniversitede dağıttığı bir bildiride ise şunlar deniyor: “Türkiye’de Alevilere, azınlıklara özgürlük istiyoruz. Ama gericilere asla.” Gerici dedikleri, Alevî, Hıristiyan, Yahudi, Ermeni ve Rum vatandaşlar dışında kalan milyonlarca Müslüman kitledir. 23 Cumhuriyet, 10 Nisan 1987
Hâlâ eski komünist partiler ve genelde sosyalistler, insan haklarını ve özgürlüğü en çok savunanlar olarak geniş kitlelere mesaj iletme faaliyetlerini sürdürüyorlar. Ancak Stalin’in milyonlarca insanı öldürtmesi bir yana, Doğu Avrupa, Asya ve başka yerlerde iktidar olan komünist ve sosyalistlerin tek partili bir sistemi benimsediklerini, Parti
İlginç olanı şu ki, içeriden veya dışarıdan sahip oldukları lojistik desteğe rağmen Türk Sağı ve Türk Solu kayda değer entelektüeller çıkaramadı. Uzun yıllar, solun felsefi atmosferinde hava teneffüs edip de çok sonraları bir tür zihinsel nedamet hali yaşayanlar, bırakın yeni bir alem tasavvurunun genel çerçevesini çizmek; insanın varoluşu,
Reklam
Resmi toplumun bir parçası olarak ulema, devletin ve toplumun içine düştüğü derin kriz karşısında sadece kadim geleneğe vurgu yaptılar ve eskilerden nakiller yapmakla yetindiler. Geleneksel resmi Osmanlı ulemasının modern izdüşümleri olan modern Türkiye’nin aydınları da, güç ve itibarı resmi katlarda arayan bir zümre olma özellikleriyle, ülkenin içine girdiği derin kriz karşısında “Türk modernleşmesinin altın çağı” olan “tek parti yönetimi”ne atıfta bulunuyor ve Batı’da üretilmiş fikri ve kültürel malzemeyi aktarmakla yetiniyorlar. Tabiat bilimlerinde, sosyal bilimlerde, entelektüel hayatta veya sanatta ve edebiyatta ismi öne çıkan tek bir kimsenin olmaması, tek bir Nobel ödülünün alınmamış olması bu modern aydın zihnin salt tüketiciliğine bir örnek teşkil eder.6 6 Yazının kaleme alındığı dönemde O. Pamuk ödülü almamıştı.(Y. n.)
Diyelim ki, her şeyin en iyisinin Batı’da olduğu yolundaki dogma sarsılacak olsa, aydın ne yapacak? Kuşkusuz büyük bir panik ve korku baş gösterir. Bu psikolojik sapma, onu her zaman Batı’nın sadece pozitif yönünü görmeye iter ve hiçbir zaman istemediği için negatifleri göremez. Kendi halkına “mürteci” der, kendi tarihini küçük görür, kısaca
bunları zorla imam hatip'e gönderelim
Vermek istediğimiz son örnek Milliyet gazetesinden. 1987 yılının ilk ayında başörtüsü yasağını protesto edenlerin gösterilerini haber veren gazete 17.1.1987 nüshasında göstericilerin Beyazıt Camii’nden çıktıktan sonra halkı galeyana getirmek için “Kur’ân’dan hadisler okuduklarını” yazdı. Anlaşılan, bu koskoca gazetenin istihbarat servisinde “âyet” ile “hadis” arasındaki farkı bilebilecek kimsecikler yoktu. Bunlar her gün, din, İslâm ve Müslümanlar hakkında ahkâm kesip duruyorlar. İslâmiyet’in “gerici bir mirası temsil ettiğini” yazıyorlar. Bir yazısında Prof. Hüseyin Hatemi, bu aydın takımını kastederek bunlara “İlkokul müfredatı seviyesinde din bilgisi dersleri vermek gerektiğini” söylüyordu. Evet, gerçekten bu aydın takımına ilkokul müfredatı seviyesinde din dersi gerekiyor ama, gel gör ki, cehaletlerinin farkında olamayan bu “aydın”lar ­cehaletin eğitimle kazanıldığına örnek bu olsa gerek­ ısrarla din derslerinin okullardan kaldırılmasını istiyorlar. Oysa belki de önce onlara bu dersleri mecburi kılmak lâzım.
tam da cahil Arsel'i anlatıyor diyordum ismi geçti hahaha
Din, laiklik, toplumsal değişme, kent, cemaat, merkez-kaç güçler, yeni güçlerin ortaya çıkması vb. sosyolojik, dinî ve politik konular gündeme geldiğinde böyle bir olguyla karşı karşıya kalıyoruz. En başta aydınlar, yazarlar ve hatta resmî sıfat ve görevleri olan Bilim adamları, İslâmiyet, Müslüman toplum ve Türkiye gerçeği konularında hep
Reklam
bizim aydınlarımız 19.YY'dan kalma gericilerdir
Aydınlar, Avrupa’da gelişen dine ilişkin görüş ve anlayışların samimi takipçileri olduklarını sanırlar. Avrupa’da varolan din anlayışı ile Türkiye’de aydın çevrelerde geçerli olan din anlayışı arasında derin uçurumlar var. Batı’yı ve Batı’da gelişen düşünce hareketlerini yakından izleyenler, bütün dünyada olduğu gibi Batı’da da din olgusunun
utanmıyorlar da cahil herifler
Aydınların işi zor. Çünkü henüz “okuma-yazma sorunu”nu halledebilmiş değiller. Bir insanın herhangi bir düşünce sistemi veya dünya görüşünün temel kaynaklarına başvurma gereğini duymadan olur olmaz fikirler yürütmesi, sadece Türk Aydınları’na özgü bir tutumdur. Kuşkusuz burada Aydın’ın İslâmî temel kaynakları ile arasındaki kopukluğun payını hesaba katmak lâzım; bu kendiliğinden büyük zorluklara yol açar. Ama, eğer bu toplumun temel düşünce ve inanç sistemi hakkında görüş beyan edilecekse, kaynakları incelemekten başka çare var mı? Hem, fırsatı düştüğünde ahkâm keseceksin, hem de bu konunun câhili olacaksın. Bu, hiçbir şekilde mâzur görülemez. Aydın çevreleri ile halk kitleleri arasındaki iletişimsizliğin bir sebebi budur. Yazık ki, Batı uygarlığı içinde yer almaya karar verildiği uzun zamanlardan beri bu paradoksal durum devam etmektedir.
uzun ama 10/10 tespit
Diğer toplumsal kesimlere oranla aydın kendi zihnî faaliyetlerini bağımsızlaştırmak zorundadır. Sorumlu aydının görevi, kendisine sunulanları tartışmadan, sorgulamadan olduğu gibi kabul etmek değil, aksine kendisini gerçekliğin bilgisine götürecek yolların çeşitli olacağını düşünmek, alternatifler arasında sağlıklı karşılaştırmalar yapmaktır.
Her ne kadar bizde tartışılmıyorsa da, TV’nin son tahlilde kitlelerin düşüncelerini tek merkezden yönlendiren, dev mâlî firmaların, savaş kışkırtıcısı politikacıların, tüccarların, otoriter güç ve etkili çevrelerin kontrolünde olan basit bir araç olduğunu bütün dünya tartışıyor. Kültürel farklılıkları ortadan kaldıran, baskıcı rejimlerde tek partili iktidarların, zorba yönetim ve cuntaların propaganda ve sindirme silahı olan TV’nin yıkıcı etkilerini, bizim çocuklarımız daha yoğun yaşayacaktır. Avrupa’da ve Amerika’da iktidar seçkinleri, eski Doğu Blok’un da devlet, Üçüncü Dünya’da hanedanlar ve cuntalar bu “uygar alet”i kullanıp kitlelerin bilincini acımasızca tahrip ettiler ve hâlâ ediyorlar. Ama bizim TV ile birlikte tartışmamız gereken daha bir düzine sorunumuz var. Modern Batı toplumunun her kutsanan paradigması tartışmaya açılmalıdır. Teknoloji, modern bilim, bilimsel yöntem, pozitivizm, evrim kuramı, feminizm, ilerleme, kalkınma, gelişme, vb... daha bir sürü kavram ve konu. Eğer bunların tartışılması yasaklanacak olursa ve “Acaba Batılıların bize öğrettikleri doğru mu?” demeye fırsat kalmadan “irtica hortladı, asker, polis, neredesiniz?” diye feryat basılırsa, bu ülkede aydın, bilim adamı, araştırmacı, eleştirmen geçinen hiç kimsenin bilimsel küstahlıkta bulunma suçundan, kiliseden rahibi kovan papazdan farkı kalmaz. Hani aydınlanmayı mümkün kılan “eleştirel akıl”dı ve aklın eleştirisinden muaf hiçbir şey kalmamalıydı!
Türk aydınları nezdinde kişiyi “mürteci” olarak tanımlamamıza yol açan birkaç ana gösterge var: Çarşaf giymek, başı örtmek, Kur’ân Kursları’na çocuk göndermek, porno yayına karşı olmak, teknoloj eleştirisi, televizyon programları ve bu kanaldan gelen pop ve magazin kültürün yıkıcı etkilerine karşı koymaya çalışmak vs. Özellikle televizyon maddi
25 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.