Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Azizler ve Alimler

Terry Eagleton

Azizler ve Alimler Gönderileri

Azizler ve Alimler kitaplarını, Azizler ve Alimler sözleri ve alıntılarını, Azizler ve Alimler yazarlarını, Azizler ve Alimler yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Connolly:Biz cumhuriyetçiler geçmişi hatırlamazsak, kim hatırlayacak? Bizi yönetenler bugünle sürekliliğini sağlamak için geçmişi yeniden yazıyorlar. Bu yüzden, ölüler bile ellerinden kurtulamıyor.” “Bırakalım ölüler ölülerini gömsün,” dedi Bahtin. “Ölüm, dünyaya geçmiş yüzünden geldi. Geçmiş bize ömrün kısalığını, geleceğin de kısa sürede geçivereceğini hatırlatıyor. Şu anda birbirimizi böyle umutsuzca boğazlamamızın nedeni bu. Yalnızca geçmişi unutabilirsek özgür olabiliriz.”
Reklam
Yaşamak ve yaşatmak, hayatta kalmanın temel koşuluydu; oysa bu, ezilenlerin ıstırabının kefaretini asla tek başına ödeyemezdi. Bunun için Yehova’nın şiddetli, dayanılmaz sevgisine ihtiyaç duyuluyordu, ama o da yoktu. Felsefe gibi Tanrı da zihnimizin kurtulamayacağımız bir hastalığı, gerçekleşmesi imkânsız bir bütünlük düşüydü, insanlığın sefaletinin bedelini yalnızca amansız bir güç ödeyebilir, bu da onu daha derin sefaledere itmekten başka bir sonuç vermezdi.
Güzellik ve basitlik hâlâ vardı, ama bu, matematiğin güzelliği ve basitliği değil; yaklaşık olarak yaşayan, belirsizlikler ortasında rahatça hareket eden sıradan insanların hayatlarındaki güzellik ve basitlikti. Dünyanın ya da dilin tek bir içsel biçimi yoktu. Dil, dünyaya alkışlamaktan küfür etmeye kadar birçok biçimde tutunmaktaydı. Gizli bir özü yoktu, farklılıklardan oluşan bir Babil kulesiydi dil. Habsburg İmparatorluğu da Almanlar, Slovaklar, Rumenler, Slovenler, Sırplar, Transilvanya Saksonları, Hırvatlar, Çekler, Polonyalılar, İtalyanIar, Macarlar ve diğerlerinden oluşan yönetilemez bir melange'idi. Felsefe bu farklılıklardan nefret ediyor, İmparator Franz Josef gibi örsle dövüp hepsinden bir birlik çıkarmaya çaba harcıyordu. Felsefe, yaşamayan ve yaşatmayan bir terörizm biçimiydi. Kadın-erkek, bütün insanlardan imkânsız bir anlık talep ediyor, dilinin cazibesiyle büyülenenleri deliliğe ve çaresizliğe sürüklüyordu. Öte yandan, evlerindeki ve kiralık dairelerindeki insanlar birbirlerine küfür edip söz veriyor, ağlayıp sevişiyor, mutlaklıklar olmadan da kıt kanaat geçinip gidiyorlardı. Nihai güzellik buydu, matematik değil. Altında hiçbir şey yoktu; neyse oydu.
Baksanız bir çöp yığınıyla, bir dağınıklıkla karşılaşıyordunuz; öğretim üyeleri, vaklayan, cikleyen, gıdaklayan bir dolandırıcılar ve şarlatanlar güruhuydu.
Baktığımız her yere arzu sızmış, tarih arzuya batmıştı. Her nesne, niyetlerin ve sonuçların dev imparatorluğuna, nedenselliğin korkunç egemenliğine kilitlenmiş bir iştahın meyvesiydi.
Reklam
Dil, dünyanın nasıl olduğunu resmediyordu, ne var ki, nasıl göz kendisini görüş alanı içinde temsil edemiyorsa, bunu nasıl yaptığını resmetmek de imkânsızdı. Göz gibi dil de, bir alanın içindeki bir nesne değil, o alanın sınırıydı. Dilin sınırları üzerinde düşünebilirdiniz, ama bunu dilin kendi içinden yapmanız gerekiyordu ki, bu da saçma bir paradokstu. Bir şeye bakarken kendinizi görmeye çalışmaya, bir maşayı kaldırmak için aynı maşayı kullanmaya benziyordu bu. Ya da Kızılderililerin, çıktığınız merdiveni dik tutmaya çalıştığınız ip oyunu gibi bir şeydi. Wittgenstein, arkasına ölümün karanlığını alarak dilin en ucunda duruyordu; dili tutulmuştu. Mesela, el sallayarak, gülümseyerek ne demek istediğinizi gösterebilir, ama söyleyemezdiniz. Sözün sınırlarını aşan şey, hakkında hiçbir şeyin söylenemeyeceği Tanrı’nın karanlık uçurumuydu. Sözün ötesindeki İbrani Yehovası’nın sureti çizilemezdi. Tanrı, halkından uzaklaşmış, onlara arkasını dönen gizli bir Tanrı’ydı; onun karanlığının içinde bir yerlerde bolca umut ve sevgi vardı, ama bizim için değildi bunlar. Etikten söz edemezdiniz; etik, yaptığınız bir şeydi. Ancak dilinizin sınırlarına dikkat çekerek, sessizliğe büründüğü yerlerin altını çizerek, ufukta bir an yanıp sönen güneş ışınları gibi, asıl önemli olan şeyin bir anlığına gözükmesini sağlayabilirdiniz. Dili un ufak olduğu yere kadar sürükleyip neler olduğunu görebilirdiniz. Belki de hakikat ancak, dilin kendisini yakarak kurban ettiği ateşin o kısacık alevinde, kendisini havaya uçururken yükselen parıltıda bir an için görülebilecek bir şeydi.
Dilin işleyişi iç içe geçmiş dişlilerinkine benziyordu; dil makinesindeki dişlilerin bazıları boşa ve serbestçe dönüyor, önemli bir şey söylenmediği halde söylendiğine inandırarak bizi aldatıyorlardı. Metafizik olan buydu. Anlama, sizin yaptığınız, parmağın kıvrımında ya da bileğin alışkın hareketinde hissettiğiniz bir şeydi. Bilgi, niçini bilmekten çok, nasılı bilmekti. Dünyada şeylerin içsel yapılarını yöneten bütün kuralların toplandığı bir yer vardı, bu da matematikti. Matematik, insan ırkının anadiliydi, bütün dünya ona çevrilebilirdi. Matematik bir tür manastır; bakir, disiplinli ve bütünüyle gerçek bir manastırdı. Wittgenstein
Bir süre Bolşeviklere katılmayı düşünmemiş değildi, ama onların da elle tutulur başarılar sağlayacaklarından kuşkuluydu. Bu yüzden, içi rahat bir durumda eski bohem hayatına döndü, ağız tadıyla içkisini içip, Çaykovski senfonilerini baştan sona mırıldanarak arkadaşlarını yeteneğine hayran bıraktı. Hatta bununla yetinmedi, kendisini dinleyenlerin
Bloom:Sen benim acımı hissedemezsin. Hiç biriniz benim acımı hissedemezsiniz." Wittgenstein: “Duygulanımlar özel mülkiyet gibi bireylere ait değildir. Bu, felsefi bir yanlıştır,” dedi. “Bok,” dedi Bloom. “Osurayım felsefenize. Sizin şu felsefe dediğiniz şey, insanlarla ilgilenmemenin bir diğer adı sadece. Ölüleri ayağa kaldırmakla ilgili bir sürü laf ediyorsunuz. Kaşınızı bile kaldıramıyorsunuz halbuki. Bir sürü zırva. Siz neyle ilgilenirsiniz gerçekten?” diye sordu Wittgenstein’a. Wittgenstein, “Hayat biçimleriyle,” dedi. “Sikimin tepesi,” dedi Bloom.
Reklam
Ben onun politikasını merak etmiyorum,” dedi Bloom. “Politikayı size bırakıyorum. Ben ona bir kişi olarak ilgi duyuyorum. Aslında sizin hepinize bir kişi olarak ilgi duyuyorum.”
Bloom:“Burada oturmuş, teoriler döktürüyoruz. Bunun yerine niçin birbirimizi tanımaya çalışmıyoruz? Burada gerçek insanlar gibi değil, basmakalıp tipler, boş boş atıp tutan basmakalıp tipler gibiyiz, içimizde özel hayatı olan kimse yok mu yahu?” Wittgenstein: “Özel olan bir şeyler olduğu düşüncesi felsefi bir yanlıştır,” dedi.
“Anadil diye bir şey yoktur," dedi Bahtin, umursamazlıkla. “Bütün diller yabancıdır ve hiçbiri değildir. Ben yedi dil konuşuyorum; Rusça sadece ilk öğrendiğim dil. Bazıları Cennet’i özler, ama şahsen ben daima Babil’i tercih etmişimdir.
Dünyaya boyun eğdiren bütün ülkeler kendilerini dargörüşlülüğe mahkûm ederler. Kendilerinin üstün olduğuna inanır ve onlara işin doğrusunun bu olmadığını söyleyebilecekleri için fikirlerden tiksinirler. En melez ulus, savaş gemileri her kıtada yayılan ulustur.
Bahtin:“Peki şu milliyetiniz niye bu kadar önemli? Ya da bir kimlik edinmek? Mesela ben kimimdir? Nikolay Bahtin nedir? Tarih ağındaki küçücük bir düğüm, güçlerin raslantısal bir kesişimi. İşte, milletler için de aynı şey söz konusu.” Connolly’:“Sorun kimliğimizi ortaya koymak değil, bir kimliğin keşfedilmesi sorunu öncelikle. Ne olabileceğimizi öğrenmek için özgür olmaya ihtiyacımız var. Şu anda kim olduğumuzu söylemek bizim için imkânsız.” Bahtin:“İnsanın kim olduğunu söylemesi her zaman için imkânsızdır. Bu üzülünecek değil, kutlanacak bir şey.”
837 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.