Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması

İdris Küçükömer

Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması Gönderileri

Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması kitaplarını, Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması sözleri ve alıntılarını, Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması yazarlarını, Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
İttihad Terakki'nin genellikle 19. yüzyıl Osmanlı bürokratlarına has diğer bir yanına işaret etmek gerekir. Bunlar da «devleti kurtarmak» iddiası ile iktidara geldikten sonra nüfuz ticareti ve nepotizm yanında, emperyalist-levanten-bürokrat işbirliğine girmiş ve bunu yürütmüşlerdi. İngilizler yerine kısmen cermen kapitalistleri ikame etmek neticeyi de­ğiştirmezdi.
“Aslında, serbesti, bürokratın karşısına hemen halkın muhalefetini getiriyordu.”
Reklam
1908 Meşrutiyeti ile İttihad ve Terakki Cemiye­ti, imparatorluğa hakim olmuştu. Devlet cemiyetin eline geçmişti. Fakat Osmanlı Devletini ele geçirmek, toplumu ele geçirmek değildi. Oysa onlar toplumu, daha doğrusu halkı elde edeceklerine, devleti elde et­mek istemekteydiler ve bu yoldan elde edilen yada kapılan devlet, kurtarılabilir sanılıyordu. Devletin toplumda (hiç değilse bazı sınıflarla) organik bütün­lüğü olmaksızın kuvvetli olamıyacağını, kurtulamı­yacağını göremeyen Osmanlı bürokratı, devlet gücü­nün temelini de anlayamıyacaktı. Türkiye'nin politik eliti böyleydi ve hep böyle kaldı. Sıçranarak elde edi­len iktidar nisbi bir yalnızlığa mahkumdu. Fakat ge­çici de olsa sıçranarak iktidar kapılabiliyordu da.
“Türkiye siyasi mü­cadeleleri şahıs mücadeleleridir.”
İttihat ve Terakki Fırkası, tarih atıcı bürokratik geleneği temsil edecekti. Hürriye ve İtilaf ise daha çok yine tarihi yeniçeri-esnaf-ulema birliğinden doğup gelen muhalefet cephesine dayanacaktı; temsil etmeyecekti.
John Haslip, İttihad ve Terakki Komitesi'nden söz eder­ken şöyle yazıyordu: “Her ne kadar komitenin başındaki­ler ekseriyette Yahudi ve Arnavut asıllı kimseler idiyseler de, Resne ve Manastır kışlalarında «Türkiye Türkler içindir» parolası dillerde dolaşıyordu. Yine 1908'in hemen sonrası için, «Türkiye Türkler içindir», «Boyun­duruktan kurtulalım !» sloganlarıyla iktidara gelmiş olanlar (İttihadçılar), şimdi imparatorluğu yeniden teşkilat­landırmak için tekrar yabancılardan ibaret bir heyeti davete mecbur olmuş­lardı . Bu suretle maliyede bir Fransız, gümrüklerde de bir İngiliz bulunuyordu. Bir başka İngiliz de uzun zamandan beri ihmal edilmiş olan deniz kuvvetlerini ıslaha memur edilmişti. . . Ticaret Odası'nda bir Alman, jandarma teşkilatın­da da bir İtalyan çalışıyordu.” Batılaşma hareketlerini yürütenler, mülkiyet-sı­nıf meselelerini, iktidar ve sınıf ilişkilerini, bunun or­ganik bağlantılarını dikkate alamıyorlardı. Bu ise onlara, batı kapitalizminin çemberini kırıcı, onun bo­yunduruğundan kurtarıcı nitelikte ve üretim güçle­rinde gelişme sağlayacak başka bir yolu adeta kapı­yordu. Durum bu olunca, islamcıların dediği gibi, batıcılar, kendileri asri yaşasalar da, gavur yaşantı­sının taklitçisi olmaktan ileri gidememişlerdi. İslam­cılar emperyalizmin, gavurluğun karşısına çıkmışlar, batıyı yermişlerdi. 31 Mart ve benzeri olaylar, hatta Menemen olayı, batı emperyalizminin derine inen koşulları içinde üst yapıda islamcı ve batıcılara ver­dirilen kavganın tek yanlı olmayan örnekleridir. Bu olayların tarihi yeniden yazılmalıdır bence.
Reklam
Bürokratlar (Tanzimatçılar olsun, Jön Türkler olsun) Batıda bulundukları uzun süre içinde oradaki sınıfsal hareketlerin (1830, 1848, 1851, 1871, v.s. nin) batı demokrasilerindeki yerini sanki hiç görmemiş­ler, (Ali Süavi hariç) böyle. bir şey yokmuş gibi dav­ranmışlardı. Onlara, yalnız bu yanlarıyla dahi, Batıyı gerçekte anlama olanağını bulamamış bürokratlar olarak bakabiliriz.
Halk, üretim güçleri tasfiyesinin ve işsizliğin ne­denini ya batılaşma ile kolayca girmiş olan emperyalizme, yada üst yapı kurumlarının, bu arada kültür kurumlarının alınışına (gavurlaşmaya) bağlayabilir­di. Halk, olaylar yerine oturdukça kendine karşı olan bu gelişmenin yanında değil, karşısında olabilirdi. Ve laikliğin getirilişine bu arada şahit olan halk yı­ğınları, giderek teokratik hükümdar Sultan Abdül­hamit'in yanında yer alırdı. Sarayda büyük bir ya­bancı düşmanı olarak yetiştirilen Suıtan Abdülhamit, 1890'da «Ne yapmalı ?» diye sorduğunda, kendisine verilen iki projeden İzzet Bey ( Paşa) 'in İslam birliği projesini kabul etmişti. Böylece, tanzimat dönemi­nin, batıcı bürokrat gurubu ile padişah beraberliği de bozuluyordu.
Bürokratlar Tanzimat Fermanı ile bu defa, ger­çekten batılı görüntülü yeni bir Lale Devri başlattılar. Bu dönem aynı zamanda balolar dönemidir. Bu defa, kaplumbağaların mum taşıdığı lale bahçeleri yerine saraylar, elçilik binaları seçiliyordu. İstanbul'da el­çiliklerde, saraylarda ve Osmanlıların Avrupa elçilik­lerinde verilen bu balolarda bürokratlar batılı dost­ları ve levantenlerle 'beraber eğlenirken, işsizlik artı­yor ve yerli üretim güçlerinin yok olması son derece süratle devam ediyordu. Bu baloların benzerlerini, hatta devamını daha sonra C.H.Fırkası döneminde, tüketim mallarının kıtlığının yarattığı koşullar al­tında, Anadolu kasabalarında halkın nefreti altında verilen cumhuriyet balolarında görmemek mümkün mü!
Yeniliğin şahsa bağlı hareketlerle olamayacağını, bunun ancak «müesseseleşmekle» olabileceğini, batı­nın medeni denen kurumlarının alınması gerektiğini savunan ve bunu yapmaya koyulan Mustafa Reşit Paşa'yı iyi anlamak gerekir. Kanaatimce «Devleti Kurtarma»· adına batı kurumlarını savunan ortanın solunun ilk paşası odur.
137 öğeden 91 ile 100 arasındakiler gösteriliyor.