Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması

İdris Küçükömer

Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması Sözleri ve Alıntıları

Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması sözleri ve alıntılarını, Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması kitap alıntılarını, Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Türkiye'nin solcuları gericidir. Üretim güçlerinin gelişmesinden yana değillerdir, tek merkezli, yukardan aşağı otoriter bir örgütlenmenin savunucusudurlar. Halkı yönetilecek sürü olarak görürler.
Batılı görüntülü yaşantı yanında kültür emperyalizmi eğitim kurumlarıyla ve zorunlu olarak giriyordu ülkeye. 1863'te Amerikan Koleji açıldı. Anadolu'da özellikle Doğu'da Amerikan misyoner okulları kurulmuştu. Robert Koleji azınlık komitecilerinin yetiştirildiği bir yer olmuştu. Daha sonra Doğudaki Amerikan misyonerlerinin Ermeni-Kürt çatışmasını körüklediği görülecekti. ''Batıya açılan pencere'' denilen Galatasaray Lisesi ve benzeri misyon kuruluşları kurulmaya devam etti.
Reklam
CHP lideri sık sık “biz başlangıçtan beri ortanın solunda idik” , “sosyalist değiliz ve olmayacağız” ve “bizim asıl rakibimiz TİP’tir” demektedir. Ve asıl ağırlığını, eskiden olduğu gibi, Batıcı-laikler ile Doğucu-İslamcılar arasındaki aldatıcı çatışmasına koymaktadır. Bu biçim bir çatışmanın içine girmekte ve işin garibi bu çatışmayı rejim meselesi (?) saymaktadırlar! Bunların tek anlamı var: CHP lideri, Cumhuriyet’in başından beri olduğu gibi, üretim ilişkilerinde, yani mülkiyetin dağılımı ve elde edilen ürünün bölüşülmesinde esaslı bir değişikliğin araçlarını düşünmemektedir. Kendi deyimleri ile CHP ilk günden beri ortanın solundadır. Türkiye’nin kurtuluşu için üretim ilişkilerinde esaslı değişiklik düşünülmediği için mücadele, laikler ve İslamcıların yüzeydeki Türkiye’yi bölücü mücadelesine dönüyor. Bu mücadele emperyalizmin tam istediğidir. Türkiye’yi dışa karşı bağımsız kılacak bir temel değişikliğin tutarlı araçları CHP’den şimdi beklenemez. Müsaade ediniz de partinin sayın lideri, kendisi için, geçmişiyle tutarlı kalsın. Yani değişmediğini, geçmişte ne idiyse o kalarak noktayı koysun.
Sayfa 222Kitabı okudu
Ama ne var ki, Mustafa Kemal’in de düzenleyebileceği ve düzenleyemeyeceği şeyler vardır: Fethi Bey arkadaşları ile parti teşkilatı için seyahate çıkar. Ve daha ilk merhalede, her şey allak bullak olur. Mesela ilk merhale olan İzmir’de, “Fethi Bey geliyor” diye yer yerinden oynar. Daha sekiz yıl önce başta Mustafa Kemal’in kumandasında düşmandan kurtarılan İzmir’de halk dalga dalga Fethi Bey’in, neredeyse ayaklarına kapanır, haykırırlar: ----Kurtar bizi, kurtar! Hatta bu karışıklıkta bir polis kurşunu ile vurulan bir yavruyu kucağına alan yaşlı bir baba, bu kurbanı getirir, Fethi Bey’in ayaklarına serer: -Bu ilk kurbanımız, ama daha kurbanlar lazımsa vereceğiz, fakat bizi kurtar! diye inler. Meydanda gözyaşı selleri çağlar. Her tarafta birtakım resimler yırtılır, parçalanır.. Halbuki Fethi Bey, halk için bilinmeyen bir adamdır. Ve sonra, kim, kimi, kimden kurtaracaktı? Bu İzmir, daha sekiz yıl evvel, düşman işgalinden kurtarılmadı mı? Ve bu şehri kurtaranlar, şimdi bu halkın: -Bizi onlardan kurtar, dedikleri değiller mi? O halde sekiz sene içinde ne oldu? Bu gözyaşları, bu kurbanlar niçin?
Sayfa 108Kitabı okudu
Türkiye'nin tarihi toplum yapısı Batı kurumlarını kabul edemeyecekti. Ve yetiştirilmek istenen kapitalistler de Batılı emperyalistlerle işbirliğine gitmek zorunda kalacaktı.
Dolar diplomasisi birbirine bağlı ekonomik-militer tulumbayı kurmalı, tulumbaya ilk suyu akıtmalı (yardım, kredi) sonra sağmak ya da sömürmek üzere tulumbayı çalıştırmalıydı. Marshall Planı, ikili anlaşmalar, NATO ve bir sürü uluslararası kuruluşun temelinde bu tulumba ilkesi vardı.
Sayfa 120Kitabı okudu
Reklam
Rönesans, gelişen burjuvazinin bireyci, laik görüşlerinin sanat dünyasındaki gelişimi oldu. Bireycilik, hümanizma hareketi içinde savunuldu.
Kilisenin ekonomik hayata müdahalesi azaltılmalı idi. Faiz meselesi önce Protestanlık hareketi ile büyük ölçüde çözülüyordu. Protestanlık feodaliteye, özellikle Katolik kilisesine karşı burjuva ideolojisi olarak çıkıyordu. Gelişen yeni güçlerin, burjuvaların, işçilerin ve bu arada köylülerin egemenlere karşı mücadeleleri bir sapma olarak mezhep kavgalarına dönüşüyordu. Dini reform hareketi gelişmişti. Din ve mezhep farkları artık insanlar arasında bir ayırıma sebep olmamalıydı. Teokratik egemenliğe karşı laiklik ilkesi ortaya çıkarılacaktı.
... Yukarıda söylenenler açısından bakıldığında, kapitülasyonların bir lütuf olarak değil, zorunlulukla verildiğini anlamak güç değildir. Eski ve daha sonra verilen kapitülasyonlar için de aynı iddiada bulunabiliriz. Fermanların debdebeli, gösterişli ifadelerine aldanmamalıdır.
İkinci meşrutiyet ilan edildiğinde Abdülhamid, kendisini halkın arasına girerek jöntürklere karşı gelmeye zorlayan izzet paşa'ya şöyle diyordu: "Ben artık ihtiyarladım. Fakat yaşadığım müddetçe, dahili harbe sebebiyet verdiğim asla söylemeyecektir." Sonra, imzaladığı bir kâğıdı İzzet Paşa'ya uzatarak; “İşte, Avrupa'nin herhangi bir yerine gitmenize müsaade eden ferman...Tekrar İstanbul'a gelirseniz, eski günlerinizin çok değişmiş olduğunu göreceksiniz.Türkiye artık sadece küçük bir memleket olacak... Demokrasi bir mezhep mücadelesi haline gelecek... Zannetmem ki milletim, bugünkünden daha mesut olsun," der.
Reklam
Eğer Osmanlılarda, İngilizlerde olduğu gibi, bir Magna Carta aranacaksa, bu Tanzimat Fermanı'nfa değil, olsa olsa Sened-i İttifak'da bulunabilir.
Bürokrat imtiyazlı yönetici elemanları, sendikalarda hatta parti gibi kuruluşlar içinde de bulabiliriz. Ve bunların tabanla birlikte hareket edebileceğini düşünmek güçtür. Genel gözüken kural, ekonomik gücün politik güce dönüşümüdür. Bunun tersi de olamaz değildi. İşte şimdi Türkiye’de olan budur. Tarih ırmağı sanki geriye akmıştı. Fakat bu geri akan ırmak kaynağını yıkamış ve şimdi açık, duru olarak ileri akıyor sanıyorum. Tarihî Türkiye bürokrasisinin önemli kesiminin sınıfa dönüştürülmesi, politik-militer bir gücün ekonomik güce dönüşmesi demektir. Ve bu yoldan yıkanan dirilen tarih, artık daha belirgin akacaktır...
Sayfa 225Kitabı okudu
Ayan kalıntısı ya da eşraf ise savaşın kazanılmasını sağlamış bürokratlarla önce anlaşır görünecek; fakat zamanla, başlıca üretim aracı sahibi bir sınıf olarak politik iktidarın kendinin olduğunu gösterecektir. Nitekim Osmanlı Bürokratları geleneğine bağlı kalan Halk Fırkası, Batılılaşma hareketine devrim adı altında devam ederken, Meşrutiyet bürokrasisi karşısındaki aynı köylü, esnaf, din adamları ve âyanın İslamcı cephesini buldu. Terakkiperver Fırka, Serbest Fırka deneyleri budur. Bu fırkaların belkemiği olan âyan artıkları ya da eşrafın, eğer serbest seçim yapılabilseydi, iktidara geleceği muhakkaktı. CHF azınlık iktidarı idi. Bu sonucu gören ve gerçek bağımsızlığın ekonomik bağımsızlık olduğunu söyleyen, fakat yeterli yolu bulamayan millî mücadele kahramanı Mustafa Kemal meyus ve yalnız öldü. Genellikle birbirlerine karşı rakip ve devamlı kuşku içinde bulunan bürokratlar yalnız adamlardır. Nitekim Mustafa Kemal ölürken kendisiyle en karşıt durumda olan kimsenin vaktiyle en yakın çalışma arkadaşı olduğu muhakkaktır (Osmanlılarda da sık sık olduğu gibi). CHP hep böyle kaldı. Karşısındaki gücü görmemiş değildi ve bir deney denendi: Çok ılımlı bir toprak reformu (1945). Sonuç: DP'nin doğuşu ve 1950 Mayıs'ında çarpılma.
Sayfa 216Kitabı okudu
İkinci Meşrutiyet’te, İslamcı çerçeveye sığınmış halk ile bürokrat kavgasının devamını gördük. Cumhuriyet döneminde de aynı kavgayı görüyoruz maalesef. Kavga, Batıcı olmaktan dolayı ilerici (?) denilen laikler ile dinciler arasında bir üstyapı kavgası halinde bırakılmıştır. Böylece, temel çelişkilere inmeyecek biçimde şartlanan Türkiye ikiye bölünmüştür. Bundan ise, sadece emperyalizm yararlandı. Bugün de öyle görünmüyor mu?
Sultan Hamid dünyaya gelmemiş olsaydı, yine kendi çağdaşları bir Sultan Hamid’in meydana gelmesine sebebiyet vereceklerdi Yine Sait Halim Paşa’ya göre, Meşrutiyetin, toplumun sosyal determinizm kanunlarına tabi olması şarttır
129 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.