Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu'nda Zweig, Satranç adlı yapıtında olduğu gibi hatta ondan daha görkemli bir şekilde insan ruhunun derin ve karanlık kuyularına iniyor. Bu novella, bir kadının henüz ergen bir kızken içinde filizlenen ve son nefesine kadar âdeta bütün bir hayatı, ibadeti, mabedi haline gelen aşkından geriye kalan kısa, kısalığına rağmen muhteşem bir eser, bir anıttır. Mektubunu "Bana gelince, ben artık Tanrı’ya inanmıyorum ve ayin istemiyorum, ben yalnızca sana inanıyorum, yalnızca seni seviyorum ve yalnızca sende biraz daha yaşamaya devam etmek istiyorum" diyerek bir vasiyet ve son arzu cümleleriyle bağlaması; mektuba muhtap olan yazarın, meçhul kadının kıblegâhına dönüştüğüne dair bizi ikna ediyor. İş Bankası Kültür Yayınları'nın Ahmet Cemal çevirisi ise hakikaten enfes. Çevirmen içsel bir kavrayışla, kalbinin diliyle eseri Türkçe olarak yeni baştan yaratmış desek abarmış olur muyuz? Sanmıyorum. Yüksek edebiyattan bir numûne olan bu eseri okurken zaman zaman durakladım. Lezzetli bir yemeği yerken damağımızda kalan tadın sanat ve estetik yönüyle bir benzerini dimağımda hissettim. O tadı, o lezzetli daha yoğun yaşamak için gözlerimi kapatarak kitapta beni çarpan kimi cümleleri zihnimde tekrarladım. Okuyun, okutun. Mutluyum, zira Zweig'ın bu eserini geç de olsa nihayet okudum.