Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Rakamların Evrensel Tarihi I

Bir Gölgenin Peşinde

Georges Ifrah

Bir Gölgenin Peşinde Sözleri ve Alıntıları

Bir Gölgenin Peşinde sözleri ve alıntılarını, Bir Gölgenin Peşinde kitap alıntılarını, Bir Gölgenin Peşinde en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Küçük Prens
"Büyükler rakamları sever. Onlara yeni bir dostunuzdan söz ettiği­nizde, size hiçbir zaman önemli şeyler sormazlar. Hiçbir zaman: "Sesi­nin tonu nasıl? Hangi oyunları sever? Kelebek biriktiriyor mu?” diye sormazlar size. Hep "Kaç yaşında? Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası ne kadar kazanıyor?" diye sorarlar. Ancak o zaman tanıdıklarını sanır­lar onu. Büyüklere "pembe tuğladan, pencerelerinde sardunyalar, çatı­sında güvercinler olan... güzel bir ev gördüm" derseniz, bu evi bir türlü gözlerinde canlandıramazlar. Onlara: "Yüz bin franklık bir ev gördüm" demeniz gerekir. O zaman haykırırlar: "Ne hoş".
Ama gözler dünyaya ne kadar iyi açılırsa, bilgisizliğin bilinci de o kadar çok olmuştur.
Reklam
"İnsan zihninin" sayı saymak için sayıları yarattığını düşünmek hatadır; tersine, insanlar önce güçlükle ve büyük bir emekle sayar, sonra sayıları sayı olarak düşünürler.
Sayfa 131Kitabı okudu
Bir şato sahibi şatonun gözetleme kulesine yuva yapan bir kargayı öldürmeye karar vermiş. Kuşu birçok kez ansızın yaka­ lamaya çalışmış, ama o yaklaşınca karga yuvasını terkedip yakındaki bir ağa­ ca konuyor, adam kuleden aynlır ayrılmaz geri dönüyormuş. Sonunda bir gün bir hileye başvurmuş adam: Arkadaşlarından ikisini kuleye çıkarmış; bir süre sonra biri çekip giderken öteki kulede kalmış. Ama bu oyunu yutmayan karga, yerine dönmek için İkincinin de gitmesini beklemiş. Sonraki sefer ikisi daha sonra uzaklaşacak olan üç kişi çıkılmış: Üçüncü adam kargayı yakalama fırsatı bulurum diye bekleyedursun, kanatlı kurnaz ondan çok daha sabırlı çıkmış. Deney birçok kez baştan alınmış, ama hep başarısız. Sonunda hilenin dört ya da beş kişiyle işe yaradığı, karganın aynı anda üç ya da dört kişiden fazlasının varlığını görsel olarak kavrayamadığı ortaya çıkmış.
Rakamlar insanlıktan başka birşey değildir. Bunu da belki en iyi, onlan keşfetmeyi öğrenirken, çocuklar hisseder.
Reklam
Rakamlar insanın tüm tarihi değildir, ama şu Goethe'nin, İngiliz donanmasının bütün halatlarının bir ucundan öbür ucuna giden, tahta ait olduğunu kabul etmeden en küçük parçasını ayıramadığınız kırmızı ipi gibi, insanın tarihini baştan sona biraraya getirir, özetler.
Gerçekten, nereden geliyor rakamlar? Bu alışılmış simgeler bize öyle açık geliyor ki, onları -çok yanlış olarak- bir tanrının ya da bir uygarlık kahramanının eksiksiz bir armağanı olarak birdenbire ortaya çıkmış sanıyoruz.
"Büyükler rakamları sever. Onlara yeni bir dostunuzdan söz ettiğinizde, size hiçbir zaman önemli şeyler sormazlar. Hiçbir zaman: "Sesinin tonu nasıl? Hangi oyunları sever? Kelebek biriktiriyor mu?” diye sormazlar size. Hep "Kaç yaşında? Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası ne kadar kazanıyor?" diye sorarlar. Ancak o zaman tanıdıklarını sanırlar onu. Büyüklere "pembe tuğladan, pencerelerinde sardunyalar, çatı- sında güvercinler olan... güzel bir ev gördüm" derseniz, bu evi bir türlü gözlerinde canlandıramazlar. Onlara: "Yüz bin franklık bir ev gördüm" demeniz gerekir. O zaman haykırırlar: "Ne hoş".
Reklam
Peki öyleyse, on tabanı nereden geliyor? Onluk'un "bütün için bir anaörnek" oluşturduğunu düşünen kimi yazarlar bu olguyu Kayra'yı işe karıştırarak açıklayabildiklerine inanmışlardır. "Bütün sınırsız bir çokluk olduğundan, diyordu bunlardan biri, bir Düzen gerekiyordu. Bu düzen de küme ile öğeleri arasında bir dengenin önceden
Sayfa 123Kitabı okudu
Büyükler rakamları sever. Onlara yeni bir dostunuzdan söz ettiğinizde, size hiçbir zaman önemli şeyler sormazlar. Hiçbir zaman: Sesinin tonu nasıl? Hangi oyunları sever? Kelebek biriktiriyor mu? diye sormazlar size. Hep ''Kaç yaşında? Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası ne kadar kazanıyor? diye sorarlar. Ancak o zaman tanıdıklarını sanırlar onu. Büyüklere pembe tuğladan pencereleri de sardunyalar, çatısında güvercinler olan... güzel bir ev gördüm'' derseniz, bu evi bir türlü gözlerinde canlandıramazlar. Onlara ''100.000 franklık bir ev gördüm.''demeniz gerekir. o zaman haykırırler. "Ne hoş" Bu teknisyen ve maddeci toplumumuzda niceliğin anlamının niteliğin anlamına nasıl açık bir biçimde baskın geldiğini söylemektedir.
Sayfa 6 - tübitakKitabı okudu
Eninde sonunda saymayı öğrendiğinden beri nesnelerin doğasıyla insanın önüne konmuş, hattâ dayatılmış olduğuna kolayca inanabileceğimiz en doğal taban olan beş tabanı, nasıl oluyor da evrensel olarak benimsenmiyor? Başka deyişle, insanoğlu, saymayı öğrenirken, kaçınılmaz olarak beş tabanına itilmedi mi? Öyleyse niye ona, yirmiye hattâ altmışa (ileride sözünü etme fırsatı bulacağımız Sümerlerde olduğu gibi) kadar çıkılıyor? Parmaklarının yardımıyla yalnız beşe kadar değil, daha ötesini saymayı bilen halkların sayılama dizgelerinin tabanı yapmak üzere niye yeniden dörde indikleri sorusu daha da bilmece doludur. Dünyadaki farklı toplumlann birçoğunda kullanılan dizgeleri topladıktan sonra bu sorun üzerine dikkatle eğilen M.Conant'a göre, burada çözüm umudu vermeyen bir gizem bulunmaktadır. L. Levy Bruhl tam olarak "Ama bu yapay bir bilmecedir" diye yanıtlar soruyu. "Bilmeceyi dile getirirken bizimkine benzer [yani, bizim "uygar" toplumlarımızın düşünsel alışkanlıklarını taşıyan, bizim mantıksal işlemlerimizle tanışık] tek tek kafaların bu işlemler için bir sayılama dizgesi kurduklarını, bu dizge için de kendi deneyimlerine en uygun tabanı seçmiş olmaları gerektiğini varsayıyoruz. Oysa bu sayıltı temelsizdir. Gerçekte sayılamalar, kendilerinden ayırılmaması gereken diller gibi, ortaklaşa zihniyete bağlı olan toplumsal olgulardır. Her toplumda bu zihniyet bu toplum tipine ve onun sezgilerine sıkı sıkıya bağlıdır.
Sayfa 127Kitabı okudu
Tarihöncesi insanı, binlerce yıl boyunca, bilincine bile varmadan, soyut bir sayının ne olduğunu bile bilmeden aritmetik yapabildiyse, kuşkusuz bu ilke sayesindedir. Her akşam bir mağaraya kapattığı bir koyun sürüsünü güden bir çoban düşünelim. Bu koyunların sayısı 55. Ama sayı saymayı deminki adamdan daha iyi bilmeyen bu çoban ellibeş sayısının ne olduğundan tamamen habersizdir. Yalnızca “çok” koyunu olduğunu bilmektedir. Bu da kesinlikten uzak olduğu için, çoban her akşam tüm koyunlarının güvenlikte olduğundan emin olmak isteyecektir. Böylece bir gün aklına bir fikir gelir. Bilmeden, tarihöncesi insanlarının kendisinden binlerce yıl önce bildikleri somut bir yönteme başvuracaktır: Kertme yöntemine. Mağaranın girişine oturur, hayvanları birer birer içeri sokar. Sonra, bir çakmaktaşıyla, önünden geçen her bir koyun için kemik bir çubuğa bir kertik açar. Son hayvanın geçişiyle tam olarak ellibeş kertiğe ulaşır. Bundan böyle sürüsünün tam olup olmadığını güçlük çekmeden sınayabilecektir. Her otlaktan dönüşünde, parmağını her seferinde bir kertik üzerine koyarak, hayvanları birer birer içeri sokacaktır. Bütün koyunlar önünden geçtiğinde geriye birkaç kertik kalırsa, kayıp var demektir. Kalmazsa herşey yolundadır. Bu arada bir kuzu doğduysa, kemik çubuğunda bir kertik daha kazıması yetecektir. Böylece, dil, bellek ya da soyut düşünme olmasa bile, birebir uygunluk ilkesi sayesinde işler halledilebilir.
35 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.