Herkese selam,
Zülfü Livaneli benim için ne yazsa okurum dediğim nadide yazarlardan birisi ve ne mutlu ki hala hayatta ve hala üretir pozisyonda.
Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm kitabına başlarken ne beklediğimi çok biliyor muydum ? sanıyorum hayır , müthiş bir beklentim var mıydı? sanıyorum hayır, tamamen Livaneli yazdıysa ben de okurum düşüncesiyle elime aldım. Daha doğrusu bildiğim bir kaleme sığındım diyelim.
3 Ocak günü nişanlısı Filiz ile arabada ileride oturacakları evlerine eşya bakmaya giderken saniyelik bir kurşun ile hayatları ters yüz olan Sami Baran, kitapta isimleri geçen tıpkı diğerleri gibi politik sebeplerle Stockholm’a sığınan bir mülteci.
O kurşun sonrasında yaşananlar, yaşananları yaşatanlar ve İsveç’in soğuk hastane duvarları arasında karşılaşmalar.
Livaneli’nin Stockholm’da yaşadığı dönemlerden esinlenerek yazdığını düşünüyorum. Fakat iyi bir eser ortaya çıkabilmesi için kendi hikayesi ile Sami Baran’ın hikayesini oldukça farklı tutmaya çalıştığı, hikayenin içine girmediği, öyle ki iki farklı ses ile yazdığı görülüyor. Bu iki ses ile yazılması benim oldukça hoşuma gitti. Doğruyu söylemek gerekirse Sami Baran’ın kendini anlattığı kısımları daha çok sevdim yani kitap benim için o bölümlerden oluşuyor diyebilirim.
Kitabı okumaya devam ederken; anadil baskısını, yalnızlıktan ve kendini çok fazla dinlemekten ortaya çıkan mülteci hastalığını, yaşanan işkenceleri, Stockholm’da yaşanan o gri ve basık havayı, halüsinasyonları, oluşturduğu iki adet finali, havada asılı kalan tek bir gözü, incelen ve çıtırdayan buz tabakasını ve otoyoldaki geyiği ve daha nicesini çok sevdim.