Çocukluğumdan beri duyduğum, gördüğüm, okuduğum: Boğuşmak, savaşmak, vuruşmak!.. Her taraf nefret ve kan!.. Her taraf kin ve ateş!.. Niçin? Niçin memlekete bir siyah bulut çöküp, tabiat bütün felaketlerinin birden matemini tutmuyor? Bu hüznün sükûtu içinde olsun ruhunu dinlendirmiyor ve acılarını doya doya tatmıyor?
Bağnazlık özellikle İspanya'da o kadar ileri gitmişti ki yıkanmanın abdest almaya benzemesinden dolayı, papazlar Katoliklere yıkanmayı yasak ettiler. Hatta hastalara, yaralılara soğuk, sıcak su ile temizlemeyi emreden hekimleri dinsizlikle suçladılar.
Kütüphanelerin yakıldığı, bilim ve kültüre karşı cehennemler kurulan memleketlere dikkat ediyor musun? İspanya, Roma, Bizans, İskenderiye... Yani nerede Hristiyanlığın ilk ışığı görünmüşse orada ilk iş düşünceleri yakmak olmuş, eser yıkmak olmuş.
Bu vatanın her avuç toprağı bir şehit kanı ile yoğrulmuş iken nasıl oluyor da bahçelerin de yine beyaz güller, ak zamanlar, sarı papatyalar yetişiyor? Her köşesi inleyen bir ninenin, kahrolan bir sevgilinin acı yaşlarıyla sulandığı halde nasıl oluyor da çiçeklerinin göbeklerinde yine her arı bir içim tatlı her kelebek bir parlak renk buluyor?
Bu nazlı kelime, ne zaman hatırıma gelse, bilmem nenden,
kendimi bulutlarda, yıldızlarla kucaklaşırım, sanırım.
Lisanın ömrü, insanın ömründen uzundur.