Doğu Batı Sayı - 66 sözleri ve alıntılarını, Doğu Batı Sayı - 66 kitap alıntılarını, Doğu Batı Sayı - 66 en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Arzu süren bir şey ve bitmeyen bir süreç. Zevk ise arzuyu kesen unsur. Çünkü arzu süreç içerisinde devam ediyor, zevk ise Bataille’ın “küçük ölüm” dediği arzuyu yok eden boşalma anıdır.
Yazmak böylece hem akademik hem entelektüel hem de politik bir eylem olarak “ne olursa gider” yaklaşımını onaylayan bir başıboşluktan ziyade kendi içinde tutarlı fakat esnek bir eylemi ifade eder.
Devlet zalimlik yoluyla, korku salarak özgürlüğü yok ettiği için, bireysel özgürlüğe duyulan saygı kendisini hem zalimlikten korku hem de “korkudan korku” olarak gösterir. Liberal siyasi vizyon “her birimizi korku yükünden kurtarmayı amaçlar böylece, hükümetin bizi terörize etmeyeceğinden, aslında edemeyeceğinden dolayı kendimizi özgür hissedebiliriz.” Ayrıca, zalimlik edimlerini meşru kılmak için eşitsizliğe de ihtiyaç duyduğundan, bu kötülüğün ortadan kaldırılması bir siyasi araç olarak eşitsizliğin de ortadan kaldırılmasını ima eder, çünkü “kişi kendine eşit olanları zalimce yönetemez.”
Herkes değerini bulmalı ve tabiatını dile getirmeli. Akıllı ya da aptal, eğitimli ya da cahil, iyi ya da kötü; Devlet’i hiç ilgilendirmez bu. Hepimiz deliyiz ve kimsenin kendi deliliğini bir başkasına kabul ettirme hakkı yoktur.
Braidotti’nin feminist teorisini şekillendirdiği önemli bir nokta gene Deleuze’e atıfla sözünü ettiği azınlık oluştur. Azınlık oluş, nicel bir durumdan öte bir bakış açısıdır. Dolayısıyla kadınlar, azınlık oluş çerçevesinde kendilerinden yola çıkarak diyalektik süreçleri aşmada önemli rol oynarlar. Burada bir üstünlük kurma, hegemonya oluşturma çabasından çok “öteki olmaktan kurtulabilmek” amaçtır . Azınlıkları oluşturan “kadınlar, siyahiler ... “ “öteki” olarak “umut taşıyıcılarıdır” . Azınlık oluş, aynı zamanda hayal gücünün kullanımını tetikler . Azınlık oluş bireysel bir tutum değildir. Adı üstünde azınlık olmak (kadın olmak, siyahi olmak vb) “kolektif’ bir tutumu ve paylaşımı gerektirmekte ve vurgulamaktadır.
Solcu entelektüeller, canlı işçi sınıfı kültüründe aktif bir rol üstlenmişlerdi. Bazıları, işçi eğitimi programlarıyla ya da genel kamu için matematik, bilim ve başka konularda çok satan kitaplar yazarak, kültür kurumlarının sınıf yapısını iyileştirmenin yollarını aramışlardı. Çarpıcı biçimde, bugün onlara karşılık gelen sol kesimler, bize, “Aydınlanma projesi”nin öldüğünü, bilimin ve rasyonalitenin “yanılsamalarını terk etmemiz gerektiğini haber vererek, emekçi halkı bu kurtuluş araçlarından yoksun kılmaya çabalamaktalar öyle bir mesajdır ki bu, kendi menfaati için bu araçları tekeli altına almaktan hoşnut olan güçlünün yüreğine su serpmektedir.
İlâhiyat fakültelerine bağlı olan Felsefe ve Din Bilimleri bölümlerinden mezun olanlar, Felsefe bölümlerinde istihdam edilebilmektedirler; ne var ki, Felsefe bölümlerinden mezun olanlar İlâhiyat fakültelerinde istihdam edilememektedirler. Felsefe ve Din Bilimleri bölümleri, Felsefe bölümlerinin içerisine sızmak için kullanılan günümüzün Truva atlarıdır. Liselerde doğru dürüst sanat ve felsefe dersleri okutulmamaktadır; üniversite sınavındaki felsefe sorularının ilâhiyat sosuyla servis edilmeye çalışıldıkları gözlenmektedir; ve de sanatla ve sanatçıyla uğraşan devlet büyüklerimiz bulunmaktadır.
Gerçek anlamda göçebe hareketlerine alışkın bir yer olan Kuzey İtalya’da doğan Braidotti, kendi göçebelik de neyimini Avustralya’da lisans eğitimi sırasında yaşar. O sıralarda hem göçmenlere hem aborjinlere “öteki” olarak bakılması, kendisinin de bir göçmen olması nedeniyle “öteki” olarak konumlanmasına sebep olur. Sorbonne’a doktoraya gitmesiyle bu göçebe hayat devam eder. Bir takım kavramların birbirlerine zıt olarak konumlandırılması ve iki ayrı kutba ayrılması fikrine karşı oluşu, diyalektiği aşma çabası içine girmesini sağlar. Bu noktada Braidotti’de Avrupalı kimliği fikri, bir hiyerarşik konumlandırma göstergesi değil, çok kültürlü kimliğin ve bu kimliklerin bir arada var olabilmesinin simgesi olarak şekillenir.
Başta iki büyük savaş olmak üzere, insan eliyle yaratılmış bir çok felakete tanıklık eden 20. yüzyıl Fransız edebiyatı, çıkış yolunu genellikle ideolojilerin, edebî ve felsefi akımların belirleyici olduğu güdümlülükte aramıştır. İki savaş arası döneme damgasını vuran gerçeküstücülük ve varoluşçuluk akımları yalnızca edebî anlamda bir ortak tavır sergilemekle yetinmemiş, aynı zamanda toplumsal sorunların çözümü konusunda radikal tezler öne sürmüştür. Kırklı yılların edebî yaşamını biçimlendiren varoluşçu düşünce ve onun öncüsü Sartre ile olan iyi ilişkilerine, ona duyduğu hayranlık ve saygıya karşın, Boris Vian hiçbir zaman katı bir güdümlülük gerektiren bir grubun sempatizanı olmamıştır.
Braidotti gibi diyalektik olmayanı aramayarak diyalektik ütopyacılık çerçevesinde tartışmalarını sürdüren ve yirmi birinci yüzyılın hemen başında umut kavramını ele alan David Harvvey (2000) de “batının tutamadığı sözler” vurgusunda bulunur. Avrupa’nın başarısızlığı hem piyasa ekonomisi etrafında şekillenen ilişkiler hem de haklar bağlamındaki normatif düzenlemelerde kendini gösterir. Batının insanların tüketme isteğini arttıracak politikalar yürütmesi, piyasayı genişletmek amacıyla yerleştiği mekânların kendi kültürlerini dikkate almaması piyasa temelli sıkıntılar olurken, yine piyasa temelli eşitlik anlayışının haklar bağlamında ele alınma sının yarattığı sorunlar ve Batının yirminci yüzyılda başka topraklara müdahaleleri de politik alanda sıkıntılara sebep olmuştur.