En Eski Dönüş Sözleri ve Alıntıları

En Eski Dönüş sözleri ve alıntılarını, en eski Dönüş kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
‘’Kadını sevmek için önce onun ruhunu görmelisin… Çünkü onun ruhu da toprak gibidir. Nadas edilir, nadas edilir, nadas edilir; her yıl, her yıl, her yıl; ardarda, ardarda, ardarda; yıl geçer, yıl gelir; yıl geçer, o yılın ardından başka bir yıl gelir; devşirilir, devşirilir, devşirilir, ardarda ekilip devşirilir; sonra yıllar geçtikçe yavaş yavaş rengi silik olur, kurur, ürünü tükenir, verimsiz kalır. Kadın da öyledir işte… Ama ben ruhumu da, bedenimi de uzun yıllar rahat bıraktım. Şimdi o, senin ellerinde… Yıllar, uzun yıllarca boş kalmış, nadas edilmemiş, sürülüp ekilmemiş toprak gibi tekrar nadas edilir, tekrar nadas edilir, gene de ekilir ve belki yeniden nadas eden, yeniden eken genç ve güçlü ellerin altında o toprak eskisinden çok daha verimli, çok daha güzel olur…’’
‘’İnanma… günah yok hayatta. Tek günah kadere boyun eğip savaşmaksızın ölmektir.’’
Reklam
‘’Ağlıyordum evlerin pencerelerinde yanan solgun ışıklara; cepkenleri yamalı, dişleri kırık ve kararmış babalarımıza; göğsü tahta gibi kuru, yüzleri solgun analarımıza; boyasız, süssüz, kokusuz, kocalarına sadık, namuslu ve zavallı gelinlerimize ağlıyordum.’’
‘’Hoş, ben de onu eskisi kadar özlemiyordum artık. Gözlerimi saran uyku çocukluğumun gölgesinden çok daha önemliydi şu anda benim için.’’
‘’Gerçekten de sükuta alışık insanlarız biz. Sükut içinde doğarız, sükut içinde yaşarız ve sükut içinde ölürüz.’’
... yolun solunda, yoldan bir üç yüz adım kadar uzaktaki bağın içinde, çevresi alçak bir taş duvarla çevrili, iki selvi ağacının arasında duran Sofu Cemil'in evi önünde kulübeye bağlı köpek de havlamıyordu; havlayamazdı da, çünkü güneş yakıcıydı, bayırın sırtını örten sarı otların içinde öten cırcır böceklerinden başka her yer ve her şey ölüydü, yoksa ölmek üzere miydi desem? Ölmeğe mahkûmdu demek daha doğru olur belki, çünkü aşağıda toprak vardı, güzelim toprak vardı ve yüzünden bu toprağın verimli olduğu da besbelliydi, ama nedense, insan yoktu bu topraklarda, bırakmıştı insanlar bu toprağı, toprak, bir üvey evlât gibi, onları bekliyordu, onlarsa Tübya'yla Salkın Deresi'nin arasındaki kırların gerisinde sıkışmışlardı, sırtlarını bu topraklara çevirmişlerdi, gelmiyorlardı, bakmıyorlardi bu topraklara, kalpleriyle uzanmıyorlardı bu toprağa, yalnız ihtiyaç çıktığı zaman gelip şöyle bir yoklarlardı ve bu toprağın derdini, kaygısını sorup anlamadan çekilip giderlerdi neşesiz, basık evlerine. Topraksa yalnızlıklar içinde sararıp soluyordu, ihtiyarlıktan kurumuş, yüzü buruşuk, göğsü çökük, kemikleri çıkık bir ana gibi yavaş yavaş ölüyordu, çünkü ölmeğe mahkûmdu ve ölecekti elbet.
Sayfa 13 - Ötüken Yayıncılık
Reklam
363 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.