Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Dünden Bugüne

Dünden Bugüne Türkiye'nin Toplumsal Yapısı

Kolektif

Dünden Bugüne Türkiye'nin Toplumsal Yapısı Sözleri ve Alıntıları

Dünden Bugüne Türkiye'nin Toplumsal Yapısı sözleri ve alıntılarını, Dünden Bugüne Türkiye'nin Toplumsal Yapısı kitap alıntılarını, Dünden Bugüne Türkiye'nin Toplumsal Yapısı en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Eğitim ise kişi için bir anlamda uzun süreli ve masraflı bir fedakarlık anlamına gelir.
...eğitimin kişilere yeteneğine göre verilmesi ve bu kişinin de fedakarlığının karşılığı alması sağlanmalıdır.
Reklam
Batı'ya yönelmek herşeyiyle Batılı olmaya çalışmak bir taklitçilik midir? Mustafa Kemal, düşünceleri ve uygulamalarıyla batı taklitçisi olduğunu kabul etmez. Kanaatine göre düşüncelerinin ve yaptıklarının taklitçilikle bir ilgisi söz konusu değildir. Zira düşünce ve uygulamalarıyla Batı uygarlığını model alırken evrensel olan bilime dayanan Batı'ya, dolayısıyla insanlığın ortak ürünü olarak kabul ettiği Batı uygarlığını benimsemektedir ve bu taklitçilik olmaz. Evrensel bir modeli örnek almak taklitçilik değil, zorunluluktur. Konuşmalarında daha çok muasır medeniyet'ten söz etmesinin, ender olarak da Batı Medeniyeti'ni övmesinin nedeni de budur. Kısacası, "Batı medeniyetinin ilme dayanması ilmin ise Universal oluşu Atatürk'e göre Türk Devrimini dar bir taklitçilikten kurtarmaktadır." İster taklitçilik olarak değerlendirilsin, isterse bir başka tarzda, bunlar tartışmalara açık; ancak önemli olan şudur ki Cumhuriyeti kuran kadro, yöneldiği istikamette öylesine bir kararlılık sergiliyordu ki, Türkiye toplumunun kimliğine işaret edecek ve böylelikle, Batılıdan farklı oluşu gösterecek en uzak ayrıntıya dahi razı olmuyordu. Bu konuda, şapka inkılabı öncesinde Ankara Valisi Yahya Galip Bey'in "şapkanın orta yerine bir ay yıldız koyalım. Diğer milletlerden farkımız belli olur" teklifine Cumhuriyetçi Kadro'nun İkinci Adam'ı İsmet İnönü'den aldığı cevap oldukça önemlidir; "Canım, biz bunları farkımız olmasın diye yapıyoruz. Sen ne teklif ediyorsun"
Aydınlanma felsefesi, insanın kendi irade ve bilinciyle tüm evreni anlayabileceği, giderek onu değiştirip yepyeni biçimler verebileceği inancını ifade eder.
Modernleştiriciler, arzuladıkları toplumsal değişimin hedefini ve bu arada da halka karşıt olmadıklarının delili olarak ürettikleri söz konusu ideolojiye Halkçılık ismini uygun bulurlar. Halkçılık, halk tarafından değil, halk için olduğu görüşünün kurumsal gerekçesini oluşturur. Seçkinler bu ideoloji aracılığıyla davalarındaki halktan yana olan samimiyetlerini ifade etme imkanına kavuşacaklarını ummaktadır. Fakat oluşturdukları ideolojinin içine çekincelerini koymayı da ihmal etmezler. Her şey halk için olacaktır, ancak, kendisi için yapılanları değerlendirecek kapasitede olmadığı için halka birşey sormaya, onun görüşünü almaya gerek yoktur. Seçkinlerin arzuladığı halk, kendi düşünce ve eylemlerini sessiz-sakin destekleyen ve her şeyi her ne şekilde olursa olsun kabul eden bir halktır. Mademki değişim sürecine aktif destekleri yoktur, hiç değilse sessiz desteklerini vermeli ve gerçekleştirenlere muhalif olmamalıdırlar.
1908 Anayasası'nın parlamenter demokrasiye sağladığı katkı 1925-1945 arasında Cumhuriyet'in sağladıklarından çok daha fazlaydı. Kemalist reformculuğun daha önceki modernizasyondan farkı, çabaların, dine ve hanedana dayalı meşruiyetten arınmış bir siyasi sistemin tanımlanması üzerine yoğunlaştırılmış olmasıydı.
Reklam
Daha Hz. Peygamber döneminde İkta denilen uygulama sonraları tımar sistemi olarak yaşatılmıştır. Anadolu Selçuklu devleti Türkiye'de küçük İkta sistemini yerleştirmişti. Bu sistem Osmanlı tımar düzeninin esasını teşkil ederek, 19. yüzyıla kadar hayatiyetini sürdürmüş, küçük tarımsal üreticilik esas olmuştur. 1. Murad'tan itibaren sipahi birlikler küçültülmüş, Fatih Sultan Mehmet'te bu sisteme son hâlini vermiştir. Yine Fatih eski Türk aşiret aristokrasisini tamamen bertaraf ederek devşirme sistemini yerleştirmiş ve böylece siyasi birlik süreci tamamlanmıştır. Osmanlılarda devletin daha başlarda birkaç parçaya bölünmesini esas alan eski Türk aşiret zihniyetinin yerini tamamen merkezi-üniter bir devlet anlayışı, "nizâm-ı alem" için "vahdet" ülküsü almıştır. Osmanlı devletinde son halini alan bu uygulama soy asilzadeliği fikrini bertaraf etmeden büyük devlet olunmayacağını ispatlamıştır.
Cumhuriyet seçkinlerinin, arzuladıkları toplumsal ve zihinsel değişimi sağlamak için tercih etkileri 'yukarının aşağıyı etkiyle değiştirme' yöntemini ifade eden açıklamalarla ilgili çok sayıda örnek bulmak mümkün. Bunların en önemlilerinden birisi Mustafa Kemal'in 28 Aralık 1920'de, Ankara ileri gelenleriyle gerçekleştirdiği bir sohbette ki ifadeleridir: Mustafa Kemal, söz konusu sohbetinde değişimin yöntemiyle ilgili olarak fertlerin mütefekkir olmadığı bir toplumun kolaylıkla iyi veya fena istikametlere sevk olunabileceğinden sözederek, fertleri yukarıdan aşağıya -devlet eliyle- mütefekkir kılmanın zorunlu olduğunu belirtir. Böylelikle de halka rağmen fakat halk için anlayışını benimseyip geliştiren yaklaşımın özellikle cumhuriyet dönemi modernleşmesindeki etkilerini her alanda görmek mümkün hale gelir.
Selçuklular'dan Osmanlılar'a geçişte dört sosyal zümre devamlığı sağlamaktadır. Bunlar ahiler, gaziler, abdallar ve bacılardır. Tasavvuftan kaynaklanan bu zümrelerden ahiler Anadolu'da iktisadi hayatın, gaziler askeri faaliyetlerin, abdallar kültür ve eğitim faaliyetlerinin, bacılar ise tüm bunların kadınlarla ilgili yönlerini teşkilatlandırmışlardı.
Devlet gücünü kullanmayı seçkinlerinin en tabii gereği kabul ettikleri için de herhangi bir vicdani sıkıntı duymazlar. Hatta tam aksine , vicdani bir rahatlık içerisindedirler; çünkü her şeyi halk için yapmaktadırlar. Halk için her şey feda edilebilecektir; hatta halkın kendisi bile. Bu nedenle de gerektiğinde ve gerektiği kadar kan akıtmayı halk için uygun bulabileceklerdir.
Reklam
Sadece cumhuriyet dönemi Türkiyi'sinde değil, Osmanlı toplumunda da modernleşme isteğinin halktan gelmediğini biliyoruz. Bu çok kolaylıkla ispatlanabilecek bir yargı. Bu bağlamda olmak üzere modernleşmenin vazgeçilmez bir şart olarak algılandığı Tanzimat döneminde yaşanan bir durumu, Kautsky' bin ifadesiyle modernleştiriciler'le modernleştirilmeye çalışılanlar (kitleler/halk) arasındaki farkı ortaya koyan bir delil olarak dikkate alabiliriz. Tanzimat'ın (1839) ilan edildiği tarihten 1845 yılına kadar geçen süre içerisinde idari ve mali alanlardaki uygulamalarda istenilen başarı elde edileneyince, başarısızlığa yol açan nedenler araştırılmaya başlanır. Her eyaletten biri müslim, diğeri gayrimüslim iki kişinin temsilcisi olarak İstanbul'a gelmesi kararlaştırılır. Yapılan çağrı üzerine her bir taraftan vücuh ve kocabaşıcılar temsilci olarak İstanbul'a gelirler. Temsilcilerden, yaşanan problemlerle ilgili tespit ve görüşler modernleştiricileri şaşkınlığa sürükler niteliktedir. Çünkü Tanzimat'la sağlanması amaçlanan modernleşmenin problemlerini görüşmek üzere İstanbul'a çağrılan mahalli temsilcilerin ağız birliği etmişçesine dile getirdikleri problemlerin modernleştiriciler'in düşünce ve planlarıyla hiç bir ilgisi yoktur. Dile getirilen problemlerden anlaşılır ki, eyaletlerde ki insanların modernleşmek gibi bir arzuları söz konusu değildir. Halkın problemleri; idari alanlardaki usulsüzlüklerin düzenlenmesinin yanı sıra, yol, su gibi doğrudan günlük hayatla ilgili bazı isteklerde düğümlenmektedir.
Türk Eğitim Sisteminin temel sorunları nicel ve nitel açıdan ciddi bir toplam oluşturur. Türk modernleşmesi eğitim reformlarının olmasına rağmen, eğitim kurumlarının planlanan ve beklenen gelişmeyi gösterdikleri söylenemez.
"...Bütün bu veriler göstermektedir ki, Türkiye'nin eğitime ayırdığı kaynak yetersizdir..."
Türkiye'de okullarda öğrenciye en çok söylenen söz konuşmamaları ve sessiz olmalarıdır Okul öncesinden yüksek öğrenime kadar öğrenciler, sürekli tekrarlanan ve önerilen bir 'sessizlik kültürü' eğitimine maruz kalırlar.
46 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.