"Batı toplumu, varlığının temellerini oluşturan geleneksel dayanaklarını yitirmiş durumdadır. Ondokuzuncu yüzyılda Avrupalıyı 'gerilim'in zirvesine taşıyan dayanakların yerinde yeller esmektedir."
"Avrupalı için bilimsel ilerleme, sadece kendi aklına özgü bir ayrıcalık, uygarlık onun yaratılıştan gelen fıtratı, sömürgecilik ise uygarlığının Avrupa sınırları ötesine taşınmasıydı."
"Seküler Demokrasi" veya "Laisizm" insana önce haklar ve sosyal güvenceler sunsa da onu iki tehlikeyle baş başa bırakır: İnsan ya belli çıkar gruplarının, dev sermaye topluluklarının komplolarına kurban olup köleleşir. Ya da diğer insanları sınıfsal bir diktatörlüğün baskısı altında ezer.
"İslam medeniyeti... Grek kültürüyle, Hint ve İran Medeniyetleriyle etkileşime girmiş onlardan beslenmiş ve etkilenmiştir. Çünkü hiçbir medeniyet, dışarıdan bir şey gelmeksizin cam fanusta doğup gelişmez."
Toynbee de zorlukların
nasıl firsatlara dönüşebileceğini vurgulayarak
şöyle demiştir: "Zorluklar, yaratıcı tehditlerdir.
Çünkü insanları tepki göstermeye özendirirler."
Bu tepkinin, fikren ve bedenen yorulup ter
dökmeksizin olmayacağı açıktır.
Sahabenin büyüklerinden Ammar bin
Yasir'in sergilediği olağanüstü gayret ve emek,
mescit inşaatında bir yerine iki taş taşıması ve
benzeri birçok olay yeni bir toplumun inşasının
model insanlarını göstermektedir.
Kuzey Afrika insanının kullandığı
bir deyime kalmıştır: "Azığı yiyor, ölümü bekliyoruz." Varlığının sebep ve hikmetlerini tamamıyla
yitirmiş bir toplumu ifade etmek için bundan
daha güzel bir cümle olabilir mi?
Asıl tedavi,
şartlar ne olursa olsun var olan toplumsal po
tansiyelleri kullanarak bir medeniyet inşa et.
mektir. "Bu medeniyet, medeniyet öncesi döne.
min engel ve kalıntılarından kurtulduğu ölçüde
aşamalı olarak kendi enstrümanlarını üretecektir.
İslam hukukuna göre, toplum yararı, fert yararına terrcih edilir. Ancak tatbikat, ferdi hürriyetlere uygulanan kısıtlamayı maddi ve manevi olarak
mümkün olduğu kadar yumuşatır.
Yani bu hareket, bir yığma değil bir inşa
hareketi olmalıdır. Zira dışarıdan ithal edilen
eşya yığınları medeniyet yapamazlar. Medeni-
yet, belli bir fikrin damgasını vurduğu bir yapı-
dır. Tıpkı mimar ve mühendisin kafasındaki
fikri projelendirerek uygulaması gibi.