Martin Heidegger felsefelerinin yanına konuyorsa da, bu işin literer yanıdır. Aslında Sartre'ın önemi teorik olmaktan çok pratiktir. Yoksa Kierkegaard'ın o konkre ve derin iç yaşayışı ve Heidegger'in o abstreler uçurumunun yanında çok sığ ve fakir kalır Sartre'ınki. Ama aksiyonda, bütün egzistansiyalistleri geçtiyse, Sartre bunu, o felsefeden, çıkardığı ve zamana uygulanabilir metoduna ve onu uygulamadaki başarısına borçludur...
Jean-Paul Sartre'ın bütün felsefesi, güvensizlik metafiziği, aşırı ihtiyat sistemidir. İhtiyat, bir esas oluşun sadece şartı olduğu hâlde, Sartre'da bizzat oluştur artık. Mezarlıktan geçerken ödü patlayan bir adamın, kendi kendine boyuna, "sen korkmuyorsun, kendine güven. Sana zarar verecek hiçbir şey yoktur" diye tekrarlamasıdır, Sartre'ın varoluşçuluğu.
Albert Camus bir nevi kara metafizik determinizmine bağlamış,
Jean-Paul Sartre'sa bütün kabahati insana yüklemiştir. "Varlık, özden önce gelir!", "Cehennem başkalarıdır!", "İnsan kendini seçerken başkasını da seçer!" derken, hep getirip, insanın meselesini, insanda başlayıp biten yapıda bırakıyordu. Sartre insanı ele alıyor, hep ona bakıyor, hem de öylesine bakıyordu ki,, nerdeyse onun dışını inkâr ediyordu; dış dünya, insanın bir marjı gibi oluyordu. Malraux'ysa, insanı hemen çevreleyen, onun üstüne yığılan mânevî (tarihî-sosyolojik) ve maddî (fizikî-iktisadî) şartlara öncelik veriyor. Camus ise, o şartları da çevreleyen, varlığın ufuktaki nebülözü siyah bir çerçeveyi anlatıyordu. hepsinin hareket noktası, kötümserlik değilse bile kötülüktü. Siyah bir çizgi çekmek için, ufku siyaha boyamak için yola çıkmasalar bile, siyahtan yola çıkıyorlardı. İlk nokta siyahtı..."
André Malraux'nun da bütün yaptıkları, sürekli olarak, savaşın, tam ölümün önüne götürüp orada bir uçuruma, daha fenası, dosdoğru üstüne gelen bir çığa baktırdığı insanı çizmek, anlatmak, yaşatmaktır.. Evet, Sartre'ın egzistansiyalizmi, çağa bakmaktır. Camus'ün absürdü, insanın önüne dikilen, çıplak, yalçın, gökdelen bir buzdağıdır. Malraux'nun "insan şartları"ysa tabiatın çelik ağı, sert şartlar. Hepsi aynı canavarı görüyorlar aslında. Biri ona bunalış derken, öbürü absürd diyor. Biri veba derken, öbürü ahtapotun kolları gibi insanı saran şartlarda buluyor onu... Bir diğeri göğün sahrasında, gecenin içinde gözleri yanan bir dev gibi görüyor; ##$##yazarSeolar:i298.$$#$$