Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Makedonya’dan Ortaasya’ya 1860-1908

Enver Paşa - Cilt 1

Şevket Süreyya Aydemir

En Eski Enver Paşa - Cilt 1 Sözleri ve Alıntıları

En Eski Enver Paşa - Cilt 1 sözleri ve alıntılarını, en eski Enver Paşa - Cilt 1 kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
1297 (1881) senesi teşrinisani bidayetinde(kasım başında) muharrem ayının birinci sah günü sabahı saat on iki raddelerinde Divanyolu’uda, eski lisan mektebi karşısındaki evimde dünyaya geldim. Ailemiz zengin olmamakla beraber, her türlü tahsil ve terbiyeme, kudretleri yettiği kadar gayret etmişlerdir. Üç yaşında iken, evin yanındaki İptidâi (ilk) Mektebine gitmek hususunda gösterdiğim arzuya, baba ve annem mani olamayarak ilk besmeleyi mektep muallimi Kara Hafız Efendinin önünde telâffuz ettim. Altı yaşına kadar İstanbul’da bulunarak, muhtelif iptidâilere devam ettim. Babamın nafıa kondüktörlüğüne tayini üzerine Manastır’a geldim. Orada iptidâi tahsilini ikmal ile 1305 (1889) senesinde, Manastır Askerî Rüştiyesine (askerî orta okul) girdim. Yaşımın küçüklüğü ileri sürülerek kabul etmek istemediler. Ama gösterdiğim hâheş (istek) üzerine muvafakat ettiler. Arkadaşlarım arasında en küçük olmakla beraber, yaramaz olmadığımdan, hepsinin muhabbetini kazandım. Derslere gayretim dolayısıyle, muallimlerimin teveccühünü de kazandım.
Küçük Enver gayretlidir. Okumaya heveslidir. Ama aynı yaşlarda ve Selanik okullarında Mustafa Kemal’in başına musallat olan iki hoca, yani Kaymak Hafız ve Çopur Hafız Nuri cinsinden biri, bu sefer Manastır’da küçük Enver’i de bulur. Kaymak Hafızla Çopur Hafız Nuri, Selanikte Mustafa Kemal’i adamakıllı hırpalamakla kalmamışlar, onu mektepten soğutmuşlardı. Ona iki sene kaybettirmişlerdi. Manastır Rüştiyesindeki ruhsuz Molla da, Enver’i kırar. Hatırada şöyle anlatılır: "İyi çalışıyordum. Birinci hususî imtihanda, 75 mevcutlu sınıfta yedinci olmuştum. Fakat umumî imtihanda, din hocamız tarafından hiç okutulmayan Hac bahsine cevap veremediğim için, numara kaybederek, sınıfta altmışıncı oldum. Bu düşüş ve gerileme, benim çalışmama, gayretime kesel verdi (yani çalışma hevesim kırdı). Sınıfın böylece aşağısına düştüm, aşağısında bulunuyorum diye muallimlerin bana ehemmiyet vermeyişleri ise, azmimi büsbütün kesiyordu."
Reklam
"Manastır İdadisini bitirip İstanbul’da Mektebi Harbiyeye giderken, trenler Yunan meselesi dolayısıyla askerî nakliyata tahsis edilmişti. Bize özel bir vagon verdiler. Manastırdan Selânik’e bu vagonla gittik. Sevincimiz fevkalâdeydi. Zabit namzedi (subay adayı) olmuştuk. Biz de üç sene sonra, şimdi harbe giden kahramanlarımıza kumanda edecek kabiliyette bulunacaktık. Trenlerimiz karşılaştıkça rastgeldiğimiz Redif Taburları efradıma, güler yüzle bizi selâmlayışları, şarkı söyleyişleri, bunlara lâyık zabitler olabilmek için son derece çalışmak azmimizi kuvvetlendiriyor, bizi cesaretlendiriyordu. Onlar her şeylerini, yerlerini yurtlarını bırakarak, vatanın bir köşesinde ölmeye gidiyorlardı. Biz de istikbalde, bize verilecek, bunlar gibi yüzlerce, binlerce kahramanlara kumanda edecektik. Onları hüsn-ü idare ederek muzafferiyetler kazanacaktık. İşte bütün bunları başarabilmek için gerekli bilgileri öğrenmeye gidiyorduk. Her iki taraf, vatanın kurtuluşuna çalışacaktı. işte o sırada, tek emelim buydu. Memlekete, bu yolda hizmet etmekti."
"Üçüncü sınıfta on ikinci oldum ve Harp Okulunu, dördüncü üncü olarak bitirdim. Fakat üç senelik notlarımın toplamı alınınca, mevcut usule göre, dokuzuncu oldum. Artık zabit olmuştum. Mülâzım olarak kılıç kuşandım. Harp Okulunu bitirirken kazandığım derecem, bana Erkân-ı harp sınıfına alınmak imkânını sağlıyordu. Evet, artık ben de Erkân-ı­ harp namzedi (kurmay adayı) idim. Ümidim ve çalışmalanm boşa gitmemişti."
"1319 senesi nisanının ikinci Hızırilyas günü (13 nisan 1903) kışlaya döndüm. 40 atlı ile, Karazan taraflarına gözcülüğe gönderildim. Bulgarların oralarda da o gün isyan edecekleri haberi alınmıştı. Diğer bir müfreze İle de, erkan-ı harp yüzbaşısı İsmail Hakkı Bey, Resne caddesi üzerine gönderildi. Benim müfrezem bir şeye rastlamadı. Ama İsmail Hakkı Bey'in, Sapari köyünde eşkıya île mü­sademeye (çarpışmaya) tutuştuğu bildirildi. Şehirde heyecan başlamıştı. Birtakım silâh sesleri duyuldu. Dükkânlar kapandı. Ufak çapta çarpışmalar, öldürmeler oldu. Manastır'da 100 kadar Slav ve Bulgar öldü veya yaralandı. Ben derhal bir müfreze ile belediye civarını tutmaya memur edildim. Vakalar bastırıldı. Ama etrafta Bulgar çetelerinin çoğaldığt anlaşılıyordu. Çarpışlmalar da artık eksik değildi Mayıs aynıda 13 kişilik bir Bulgar çetesi ile girişilen çarpışmaya, ben de iki topla iştirak ettim, İlk tüfek ve top ateşini orada gördüm."
Namık Kemal ve arkadaşları gibi Enver ve arkadaşları da, Genç Türklerdiler
Sayfa 19 - Remzi kitabeviKitabı okuyor
Reklam
İkinci Meşrutiyetin mücahidleri ihtilal heyecanlarını Namık Kemal’in şiirlerinden, birinci meşrutiyet hareketinin hatıralarından alırlar
Sayfa 19 - Remzi kitabeviKitabı okuyor
Namık Kemal
Hakir düştüyse millet, şanına gelir sanma, Yere düşmekle cevher, sakit olmaz kadr-ü kıymetten Muini zalimin dünada erbab-ı denaettir, Köpektir zevk alan sayyad-ı bi insafa hizmetten, Eder tedvir-i alem, bir mekinin kuvvet-i azmi Cihan titrer sebat-ı pay-ı erbab-ı metanetten, Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın, gelsin, Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten, Ne mümkün zulm ile, bidad ile imhay-ı hürriyet, Çalış idraki kaldır, muktedirsen ademiyetten, Ne yar-ı can imişsin, ah ey ümid-i istikbal, Cihanı sensin azad eyleye her yeis-ü mıhnetten. Ne efsunkar imişsin, ah ey didar-ı hürriyet, Esir-i aşkın olduk, gerçi kurtulduk esaretten.
Bir Vatansever,Vatansız Oluyor
Fakat ne var ki bu top seslerinden ancak 43 gün sonra, 5 Şubat 1877'de Mithat Paşa, saraya çağrılarak tevkif edildi. Abdülhamit, Kanun-u Esasi'ye koydurduğu 113. maddeye dayanarak ona, sınır dışı edileceğini tebliğ ettirdi. Sırtlan dişlerini pek çabuk gösterdi.
Bir Vatansever,Vatansız Oluyor
Aynı gün Mithat Paşa; yani son Osmanlı tarihinin en büyük devlet adamı, Meşrutiyet idealinin önderi, mücahidi ve ümidi, ilan edilen Kanun-u Esasi'nin getirdiği Mebusan Meclisi'nin açılışını dahi göremeden, İzzettin vapuru ile yola çıkarıldı. Son sadrazamlığı 48 gün sürmüştü. Vatan fikrinin bu büyük bayrakdarı, artık bir vatansız oluyordu. O, artık yabancı ülkelerde sadece bir sürgündü.
Reklam
Yenilginin Hikayesi
27 Kasımda Plevne'de artık hiç yiyecek kalmamış gibiydi. Kış şiddetliydi. Ne ilaç, ne sargı kalmıştıç Aralık başında askere günde, anca 50 gram kadar ekmek ve bir avuç bulgur verilebiliyordu. Asker mevcudu da 40.000 kişiye inmişti. 10 aralık 1877'de Osman Paşa, askerinin başında, son hücüma girişti. Bu arada bir mermi Osman Paşanın atını öldürdü. Osman Paşa da yaralandı. Ve onun yarasının sarıldığı eve kadar giren Rus kumandanı, ona teslimden başka çare kalmadığını söyledi. Paşa, kılıcını teslim etti. Fakat o sırada yetişen Rus başkumandanı Gradük Nikola, Paşaya kılıcını iade etti. Ve Osman Paşayı gösterdiği askeri kudretten dolayı tebrik etti. O sırada orada bulunan General Safarof, duygularını şöyle açıklar: ''Osman Paşa büyük bir kumandandır. Muzaffer bir kumandandır. Teslim olmuş olmasına rağmen, muzaffer bir kumandan sayılacaktır.''
Yenilgiden sonrası ve genel soysuzlaşma
Abdülhamit bunlarla başa çıkabilecek miydi ? Abdülhamit onlara çareler arayacak, tedbirler düşünecek bir hükümdar mıydı ? elbette değil ! O, Yıldız tepesinde sarayına kapanmak, etrafını kale duvarlarıyla çevirmek, etrafına, mesele çıkaracak, yahut meselere karşı tedbirler ileri sürecek insanlar yerine, sessiz sedasız, her emre evet diyen, korkak, değersiz, hareketsiz robotlar, kapıkulları yaratmak gayretleri içindeydi. Gerçeklere karşı başını kuma gömen, çöküntüleri görmemek yollarını arayan, vehimli, şüpheci, ruh sağlığından yoksun, oyalayıcı, idare-i maslahatçı bir hükümdar olmak yolunu tutmuştu. Her gün biraz daha baskıya kaçıyordu. Bu şartların padişaha karşı er geç tepkiler ve direnişler yaratması elbette kaçınılmaz bir netice olacaktı.
Mithat Paşanın Sonu
Abdülhamit, Mithat Paşanın yabancı ülkelerde gördüğü ilgi ve saygıdan rahatsız oluyordu. O halde onu, gene memlekete çağırmalıydı. Göz altında tutmalıydı. Mithat Paşa'da evinden barkından, eşinden evladından ayrı geçen bu uzun gurbet hayatından elbette ki memnun değildi. Hülasa Abdülhamit, Mithat Paşanın Türkiye'ye dönmesine ve Girit adasına yerleşmesine izin verdi. Paşa bundan memnun oldu. 28 Eylül 1878'de Girit'e vardı. Ailesi efradı da oraya gönderildiler, fakat gene de rahat kalamadı. 10 Aralık 1878'de Suriye ve 4 Ağustos 1880'de Aydın (İzmir) valiliklerine tayin edildi. Mithat Paşanın her iki vilayetteki icraatı, daha önce Tuna ve Bağdat vilayetlerindeki icraatı gibi çok cepheliydi. Çok verimli oldu. Mektepler, yollar, hastaneler, fabrikalar, vergi ve tahsilatın ıslahı gibi alanlarda aynı başarıları kazandı.
SARAYA VE PADİŞAHA GELİNCE ?
Daha 1881'de Mithat Paşa Taif'e sürülmeden önce son Genç Osmanlılar da birer suretle uzaklaştırılmışlardı. Şimdi sarayın çevresini, gölge, haysiyetsiz, müzevir bir halka sarıyordu. Bu çevrede haysiyet ve şahsiyet sahibi olanların da, hizmetlerini gereği gibi görmelerine, zaten imkan bırakılmıyordu. Padişahın vehmi her gün biraz daha tahrik ediliyordu. Abdülhamit artık, devamlı korku ve şüphe içindeydi. Saltanatını her ne pahasına olursa olsun sürdürmekten ve gününü gün etmekten başka bir şey düşünmüyordu. Bu şartların er geç daha başka dertlere, kayıplara da yol açacağı tabiiydi. Memleketin hızla bir çöküntüye doğru gittiği gizlenemezdi. Saray çevresinde, jurnalcilik, hafiyelik, iftira, gelirli sanatlar haline getirilmişti. Padişaha yapılacak ihbarlarda mantık ve doğruluk şart değildi.
GEOPOLİTİK ZORLAYACAKTI !
Hulasa 1876-1908 arası, yani İkinci Abdülhamit saltanatı yakın tarihimizde çok daha önce başlayan çöküntünün en hızlı, en etkili merhalesini teşkil eder. İkinci meşrutiyetin iflasında, II.Abdülhamit'ten devralınan bu mirasın, bünyesini kemiren hastalığın etkisini tekrarlamalıyız. Gerçi, İkinci Meşrutiyetin genç nesli, bu bünyeyi kurtarmak için çırpınacaktır. Bir gün gelecek ve yaşları otuzun etrafında birtakım genç generaller, Abdülhamit ve adamlarının, adları anılınca bile titredikleri Düvel-i Muazzama'nın, yani dünyanın büyük devletlerinin ordularını, nice defalar yenceklerdir. Mesela Çanakkale cephesinde bu orduların askerleri, arada birkaç metreye inen mesafeyi dahi aşamayarak askerleri, donanmaları ile kaçıp gideceklerdir.
661 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.