Bir kadın bir erkek hayatına sade varlığı nasıl gür ve körpelik verdiğini, ruhu bir yana bıraksak bile yalnız vücut için nasıl büyük bir koruyucu olduğunu bilseniz...
"Halbuki" diyordu, evet, bilirdi ki ona sükun ve şiir ne kadar lazımsa, ruhunda fırtınaya, zulmete [karanlığa], esrara [ sırlara] da öyle bir iştiyak -ı amik [derin istek] vardı.
Herkes gibi o da hayatı sade, ilk renkli masum gözlerle görseydi. Hayat onu kollarının arasına alıp tırnakları, dişleri ile paralayarak bu hale getirmemiş olsaydı.
O kadar şeylerden saadetler yaparak yaşarken bu hayatın bir gün biteceği hüznü bazen onu hırpalardı. Fakat Suat’ın gözlerinde o kadar namütenahi bir sema maviliği vardı ki ona baktıkça “Lakin sen biliyor musun, sana fedayım, sana fedayım,” diye haykırmak arzularıyla boğulurdu.