* Tanpınar şiirinde Divan şiiri öğelerinin varlığı bilinmeyen bir şey değil. Çoğu şiirinde bu türün öğelerini, özelliklerini bulmak olası. Ama özellikle "Leyla" şiiri, daha adıyla bile nerede durduğunu gösteriyor; Onun (şairin) aşık olduğu kadın Leyla'dır; ipek saçları örülen, kement gibi boyna takılan, derdini yanan bir muma ağlayan ve doğaldır ki yalnızca "rüya"da görülen bir kadın...Yalnızca bu şiirde değil, çoğu şiirinde de aşık olunan kadının (şair adım anmasa da) Leyla olduğu düşünülür. Çünkü somut bir gerçekliği yoktur; ya bir aynadan yansır, ya duvardaki bir fotoğraftan ya da bir heykelden ...Bir "yansıma" olması, gerçek olmasını engellemeyebilirdi; sonuçta hepimizin yaptığı benzer bir şeydir: Eşyayı kendi bilinç prizmamızdan geçirmek ve öyle anlamlandırmak. Şairin yaptığı da budur ama o, bu prizmayı öylesine "katı" kullanır ki, okura hiçbir müdahale olanağı bırakmaz. Sevgili, yani Leyla, yani kadın; güneş'tir, nur'dur, şafak'tır, iyi, güzel, kusursuz olandır. Hal böyle olunca, doğaldır ki "cansız" olması gerekir. En azından donmuş! Kadının Tanpınar şiirindeki
kadın imgesi için en doğru niteleme bu olacak: Donmuştur onun kadını...Öyle donmuştur ki, şair ne derse desin o etkilenmez. Öylece durur; ya bir duvarda ayna olarak:
"Derin sularında bu ayna her an
Sizden bir parıltı aksettirecek" ("Ayna")
ya bir çerçevede fotoğraf olarak:
"Bir kadın başı duvarda
Uzanmış süzüyor beni" ("Sabaha Karşı")
* Çiğdem Sezer
* Fadik ile Kuş şiirinde Rifat, folklorik, pastoral, masalsı, görüntülemeci öğeler, halk tekerlemeleri kullanıp şiire bir kadın karakter armağan eder. Şiirlerine hep egemen olan hümanist algıyla Fadik çerçevesinde şenlikli dizelerle örer şiirini. Fadik, adının da işaret ettiği üzre bir köylü kızıdır. Ayağında çarığı olan, burnundan sümüğü akan bir kız. Oktay Rifat dalgacı bir sevecenlikle, delifişek bir neşeyle yaklaşır Fadik'e. Çıldırmış doğanın içinde kendini özgürlüğe bırakan Fadik'i bir kuşun kanatlarında kurgusal bir cennete çıkarır.
Tıpkı Dilsiz ve Çıplak'taki doğada özgür, kimliksiz kızda olduğu gibi Fadik de doğanın bir parçasıdır. Daracık dünyası içinde şairin entelektüel düzeyine denk düşen biri değildir. Şair onu kuşu, ağacı, kediyi, köpeği sever gibi sevmektedir. Doğanın, dünyanın güzelliklerinin bir parçası olarak. Fadik de aslında bir anlamda dilsiz ve çıplak bir kızdır. Masumiyeti olan, kolay kandırılacak ve bu özellikleriyle tahrik uyandıran bir kız.
* Neşe Yaşın
* Bedri Rahmi'ye göre, kadın ve doğa özdeştir. Her ikisi de veluttur, yaratım sancıları içindedir. Her ikisi de kendi başlarına birer amaçtır ama kurtlar sofrasında birer araç/alet olarak iş görmeye başlamışlardır.Şehir hayatı Bedri Rahmi'nin kadınını kendi özüne başkaldırır hale getirmiştir. Dolayısıyla kadının doğal formunu terk edişi, başlangıçta Meryem kadar kutsal olan Talaslı'yı murdar, yoz bir insan modeline dönüştürür. Şair, doğanın Talaslı'ya sunduğu olanakların ve verimin şehir yaşamına adapte olmak arzusuyla yavaş yavaş tüketilmekte ve yoksullaştırmakta olduğunun farkındadır. Kadının yaşamsal devinimi sağlayan kudreti ve tabiat ananın her bir varolana karşı hissettiği sonsuz şefkat ve merhametin bir sonucu olarak özgür ruh, şehir
hayatının yozlaştıran etkisiyle kaçınılmaz olarak korkuya dönüşür.
Turnam telli turnam Talaslı
Eller kınalı
Gözler sürmeli
Nereden bulmalı
Satın almalı
Büyük şehirlerde her şey satılır
Arzular her zaman satın alınmaz Talaslı
Ağzında ot getirdin
Memende süt getirdin
Sana kapılarını açmadılar
Otun çürüdü / Sütün kurudu
Bir Meryem olabilirdin
Bir manken oldun.
* Seda Eriş
Ne ki Tanpınar'ın şiir kadınları "eski metinlerden fırlamış" gibiyken, aynı dönemde yazılan başka şiirlerde kadın imgesi canlı, hayatın içindedir ... Örneğin Cahit Külebi şöyle der:
İstanbul boğazından beyaz
Gemiler geçer, su kesimi mavi
İnsanı gecelerce uyutmaz
Benim sevdiğim de, bu gemiler misali ("Dişi")
Külebi'nin pek çok şiirinde kadın deniz imgesi ile verilir. Denizin sonsuzluğu, derinliği, değişkenliği, kadınla özdeşleştirilmiştir.
Gözlerin gözlerime değince
Su katılıyor rakıya
Denizler açılıyor önümde. ("Kadınlar Ülkeler Denizler")
Kadınların sıcak dudakları,
Bin bir türlü hali var denizlerin. ("Sevda Peşinde")
Nazım Hikmet, feminizm hakkında fikir sahibidir, ancak hareketi ciddiyetten uzak ve yetersiz bulur. Yapıtları üzerinde feminist kuramların doğrudan bir etkisi yoktur. Meşin kasket ve meşin ceketle özdeşleştirdiği devrimci kadın, kadın-erkek eşitliği konusundaki en büyük göstergedir onun için. "Bizde Pantolonla Eteklik" şiirinde şöyle seslenir:
Aynı kuvvetle inkilabın malıdır
"Radek"in pantolonuyla "Zetkin"in etekliği...
Bizde
bizim içimizde
eteklik de pantolon gibi
Marksizmin sahibi...
Eteklik de kodeste yatmış,
yatabilir.
Mavzer atabilir.
Eteklik de inanmıştır pantolon kadar.
Yok kafamızda fazlamız eksiğimiz bizim.
Küçücük farkımız
yalnız
bacaklarımızın arasında (İlk Şiirler, s.171)
* Nilay Özer
* Bir kadına, bir sevgiliye sesleniliyorrnuş gibi duran ilk şiir ise 1918 tarihli "Beklerken"dir. "Gözlerim yollarda beklerim seni / Koyu karanlıklar üzüyor beni /Saatler geçiyor gelmedin hala" (s.22) dizeleriyle başlayan şiir, ll'li hece ölçüsüyle yazılmıştır. Aşka karşılık vermeyen sevgiliyi sıradanlaştırdığı "Bence Şimdi Sen de Herkes Gibisin", 16 yaşındaki
şairin yeteneğini ispatlar niteliktedir. Bunların ardından pınarınsesini ölü yavuklusundan bir çağrı gibi duyup kendini sulara bırakan Nazlı'nın hikayesinde, oğlunu ve kocasını denize kaptırmış bir ananın acısını anlatan "Fırtınadan Sonra"da genç kız ve anne figürleri ortaya çıkar. "Samiye'nin Kedisi"ni Yahya Kemal'e okutan Nazım Hikmet, büyük şairden övgüler alır; pis, uyuz bir kediyi böyle övebiliyorsa şair olacağı söylenir (A'dan Z'ye Nazım Hikmet, s. 76). Bu şiirin ikinci dörtlüğü "kadın" teması açısından, daha sonraki şiirlerde bolca karşımıza çıkacak "güvensizlik" kavramı bağlamında önemlidir. "Severken aldatıp birden kaçardı/ Okşarken apansız pençe açardı / Onda bir kadının gururu vardı/ Sürmeli gözlerinden riya akardı" (İlk Şiirler, s.26).
* Nilay Özer