Varoluşçu yazarların çoğu, Danimarkalı düşünür Soeren Kierkegaard’ın (1813-1855) etkisi altında kalmışlardır. Varoluşçuluk sözü; Almanca ‘Existenz-Philosophie’den gelmektedir. Teknik anlamda kullanılmadığı zaman her şeyin, insanın, balığın ya da taşın var olduğundan söz edilebilir, ama bizim burada anladığımız daha çok insan varlıklarıdır. Yani her bireysel kişi biriciktir, herhangi metafizik ya da bilimsel bir sistemle anlatılamaz; bu düşünen bir kişi olduğu kadar, seçen kişidir de; özgürdür, özgür olduğu için de seçmektedir; geleceği, bir bakıma özgür seçimlerine bağlı olduğu için de, ne yapacağı kestirilemez.
Bilginin iki biçimi vardır; ya ‘sezgisel’ ya da ‘mantıksal’ bilgidir; hayâl gücüyle elde edilen bilgi ile akıl yoluyle elde edilen bilgi; bireyin bilgisi ile evrenselin bilgisi; tek tek nesnelerin bilgisi ile aralarındaki ilişkilerin bilgisi; ya imajların ya da kavramların eseridir.”
Özgürlük en üstün iyidir; çünkü onsuz, kişilik diye bir şey olmaz. Hayat ile bilgi bugün öyle karmaşık bir duruma gelmiştir ki, yanlışlar ve önyargılar arasından, ancak serbestçe tartışarak yolumuzu bulabilir ve hakikatin kendi olan o görüntünün bütününe varabiliriz. Bırakın tartışsınlar, varsın ayrı ayrı fikirler savunsunlar, hattâ öğretmenler bile tartışsın; bu çeşitli fikirlerden, bizi hemen silâha sarıltmayacak akıllıca bir inanç göreselliği çıkacaktır; nefret ve savaş, genellikle sabit fikir ya da dogmatik inançtan doğar. Düşünme ve söz özgürlüğü, bizi “çağdaş” zihnin nevrozlarından ve boş inançlarından temizleyecek bir rüzgâr olacaktır.