Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönülden Bilime

Ahmet İnam

Gönülden Bilime Sözleri ve Alıntıları

Gönülden Bilime sözleri ve alıntılarını, Gönülden Bilime kitap alıntılarını, Gönülden Bilime en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Düşleri olmayan insandan daha sıkıcı, daha rahatsız edici kim olabilir? Gerçekçiymiş. Düşleri sevmezmiş. Düşler çocuk işiymiş. Olgun insanların düşleri olmazmış. Sevsinler. Düş yoksulları, yaşadıkları sığ ve kaba yaşam biçimiyle gereken yanıtı alırlar, doğadan. Kültürden. Düş, içimizdeki canı ateşleyen körüktür.
Sayfa 170 - FELSEFE-FELSEFECİLER, Düşlerden Düşe DüşeKitabı okudu
Hıyarlar Devrim Yapamaz
Neden hıyarlar var dünyada? Yanıt basit: Dünya bir bostan. Peki, neden gülistân değil? Hiçbir zaman olmadı, belki. Kavga, güç elde etme savaşı, sahip olma kaygısı ile yaşanan çatışmalar. Ben merkezli, kültür merkezli, ırk merkezli dünya görüşleri... Yaşam kavgasının aman vermez zulmü altında ezilen insan, tarihi boyunca hıyarlığını inceltecek
Sayfa 47 - İNSAN YÜZLERİ, Hıyarlar Devrim YapamazKitabı okudu
Reklam
Felsefenin tapınağı yok. Bahçesi var. Bahçesinin girişinde şöyle yazıyor: "Hıyarlığını tanı!"
Sayfa 193 - FELSEFE-FELSEFECİLER, Felsefeciler Hıyar mıdır?Kitabı okudu
Hüzün, bir 'ardından bakma'dır. Yaşanana. Yaşananın tortusuna. Yaşanmış gerçeklikle birlikte titreşmektir. Yaşanmış üstüne bir yoğunlaşmadır. Yaşanmışın yarı belirsiz değerlendirilmesidir. Kaçırılanlar, yanlışlıklar, acılar, çâresizlikler, geçip giden zamanın bir daha geri gelmeyeceği... Bir pişmanlık, derin bir melankoli değildir. Tutku, kızgınlık, nefret, öfke, coşku (geleceğe yönelik), yoktur hüzünde. Hüzün, gerçekliğin, geçmiş zaman dilimini, dingin bir tatla 'değerlendirme yaşantısıdır'. Çığlık yoktur hüzünde, çılgın bir sevinç de. Hüzün, bir talep değildir. Bir beklenti. Bir doyurulması gerekli arzu. Hüzün, 'olduğu gibilik'le çıkılan bir geçmiş yolculuğudur. Yaşanmışın belli bir ışıkla aydınlatılmasıdır. Turuncu bir ışıkla belki. Rengi, hüznü yaşayanın yaşadığına yönelik yorumundan kaynaklanacak ışıkla.
Sayfa 51 - İNSAN YÜZLERİ, MahzunKitabı okudu
Evren, sırlarını yalnızca matematik formüllerle açmaz, şiir olarak da açar.
Sayfa 24 - AKIL, Şiir ve AkılKitabı okudu
İnsanları anlamayan psikologlar görmediniz mi? Ben felsefeden anlamayan felsefecilerle yaşıyorum. Belki, ben de öyleyim. Yüreğimiz işbaşında değilse, bilgimizle bütünleşememişsek, bilgimizi yaşayamıyorsak, 'anlama uzmanı' gibi bir diplomamız bile olsa, üzerimizden akıp giden bilgimizle 'anlama kıtlığı' yaşıyoruzdur.
Sayfa 20 - AKIL, Anlayan Aklın SınırlarındaKitabı okudu
Reklam
Müziği duyar duymaz, titriyor bedenleri; hemen tempo tutmaya başlıyorlar. Yorulmak bilmiyorlar. Müzik onları esritiyor, coşup, bu dünyanın olağan sınırlarını aşıyorlar sanki. "Kim bunlar?" diyorum, "Onlar, genç" diyorlar.
Sayfa 150 - BİLGİ-BİLİM-EĞİTİM, Onlar GençKitabı okudu
Onun bu kalıpçı, biçimci, ezberci hâli beni etkiliyor. Eğitim bir zulüm olmaya başlıyor. Acı çekiyorum. Öğretmen acısını, sıkıntısını yansıtıyor bana. Coğrafya öğretirken, matematik öğretirken örneğin, bu öğrettiklerinin ne denli tatsız, hiçbir işe yaramayan şeyler olduğunu da farkında olmadan öğretiyor bana. Yüzü gülmüyor, bağırıp çağırıyor, korkutuyor. Öğretmen ve öğrencinin karşılıklı olarak çektikleri bu acıya, eğitim diyoruz.
Sayfa 137 - BİLGİ-BİLİM-EĞİTİM, Öğütücü Değil EğiticiKitabı okudu
Oysa, çoğunlukla öyle olmuyor. Eğitimcinin gelecek gibi bir 'kültürel', 'eğitsel' kaygısı yok. Geçim sıkıntısına dayalı gelecek endişesi var sadece. Bilgi diye bana sunduklarını kendisi bile anlamış, heyecan duymadan, zaman zaman sinirlenerek, bıkkınlıkla anlatıp duruyor. Eğitici olmaktan bin pişman. Keşke doktor, keşke mühendis, işletmeci, tüccar olsaydım diyor. Yorgun. Dizlerinde derman yok. Kendi gözüyle yorum yapabilecek, kendi süzgecinden bilgilerini süzebilecek gücü yok. Aşkı yok, öğrettiğine, öğrencisine, meslektaşına, kurumuna. Yaralı, bıkkın.
Sayfa 137 - BİLGİ-BİLİM-EĞİTİM, Öğütücü Değil EğiticiKitabı okudu
Ankara'da, Necatibey Caddesi'nde, telâşla, Türk Felsefe Derneği'ne doğru yürürken, gözüm, önünden geçtiğim bir kebapçının vitrinine takıldı: "Tereyağlı Mevlânâ: 1.750." Dondum kaldım. Güleyim mi, ağlayayım mı bilemedim. Neydi tereyağlı olan? Karşısında, bir sayı olduğuna göre, bir kebap çeşidi olsa gerekti. Mevlânâ'yı demek ancak bu biçimde anabiliyorduk. "Domates Soslu Einstein, Bol Biberli İbn-i Sînâ, Az Şekerli Nietzsche, Tavada Newton, Sarmısaklı Descartes..." Kültür, bize yemekten geçer. Mânevî kültürden söz ediyorum: Bilimden, sanattan, inanç düzenlerinden. İbn-i Arabî dolması, Yunus tatlısı yediğinizde, tasavvufun derin anlamlarını özümseyebileceğinizi düşünüyor musunuz? Yemeklere verilen adların, bilim, sanat ve kültürel derinliklerle ilişkiye geçebilmeye katkısı olabilir mi, yoksa, bir yozlaşma belirtisi midir? Gırtlağa, mideye indirgenmiş bir tinsellik (mâneviyât), tüketilmiş bir yaşam değil midir? Şiire, matematiğe, gözleme, keşif ve icatlara, gırtlak ve mide açısından nasıl yaklaşılabilir? Soru: Mevlânâ tereyağlı mıdır? Değilse nelidir? Elbette böyle bir soruya isyan ediyor insan: "Einstein kaşarsız yenmez" diye çığlık atası geliyor. Neden ama neden düşünmek yerine zıkkımlanmayı mârifet bilen bir kültür hâline geldik?
Sayfa 81 - RUHUN UFUKLARI, Tereyağlı MevlânâKitabı okudu
Reklam
Dünya bir gurbettir. İçinde gurbeti taşır garip. Hep yabanda, hep uzakta, hep bir başına, hep yapayalnızdır. İnsanları kırmamak için, istemediği görüntülere bürünebilir zaman zaman. Ticaretle uğraşabilir. Sporcu olabilir. Memurluk yapabilir. Hep iğreti durur, girdiği işlerde. Kendi gibi olanlara rastlarsa, yalnızlığını paylaşmak isteyebilir. Büyük beklentileri, hırsları, tutkuları olmadığı için, hayal kırıklıkları yaşamaz. Kendini terk eden, sözünde durmayıp onu aldatan dostlarının ardından ilenmez. Kızmanın anlamsızlığını bilir. "Bütün insanlar nankör", "Herkes hıyar", "Türkiye batıyor" demez. İyimserdir. Umudu, iyimserliği, ahlâkıdır onun. Evrenin, tüm çirkinlikleri, çelişkileri, haksızlıkları, sömürüleri, içine alıp, yeni soluklarla yeni canlar ortaya koyacak mucizeler taşıdığına inanır. İnsana 'güvenir'. Güveni, çâresizliğinin son durağıdır. Evrendeki varoluş hırsının yarattığı hasarı bilir. Bilinçlidir. Bilinçsiz, garip olamaz.
Sayfa 50 - İNSAN YÜZLERİ, Garip, Garip Duruyor Hayatımızda!Kitabı okudu
Şiire, 'söz' olarak bakılıyor; yalnız sözü söyleyenin kalbi olması gerekir: Söz kalpten çıkar: Gönülden. Eskiler sözü ikiye ayırırlardı: Kelâm-ı lafzî ve kelâm-ı nefsî. İlki, sözcüklerle söylenen sözdür. Yüreğinizle ilişkisi yoktur. Yüreğinizin yarılması, kanaması söz konusu değildir. Profesyonel söz söyleyiciler, şiir taklitçileri, söz taşeronları, sözcük operatörleri: 'Kutadgu Bilig' sizi söylemiyor. Sözden yüreğe, kalbe, kalpten söze varamayanlar. Şairimsiler. Şuur yoksunları. Söz simsarları. Dünyanın kirliliği yalnızca havada, suda olmuyor. Sözcükler kirleniyor.
Sayfa 23 - AKIL, Şiir ve AkılKitabı okudu
Şiiri, şiir olmayan besler. Alelâde, şiire karşıdır, sıradanlık, yozluk, vasatî olan, ortalama olan, ortalıkta olan. Bunların hepsi karşı şiirdir. Karşı şiirdir ki şiiri besler. Şiirin kalbi, şiiri yıkmaya çalışan güçlerle atar. Alelâdeyi, sıradanlığı, esir edip, onu şiire râm ederseniz, şiir karşıtını yok etmiş olur, karşıtıyla beslenemez.
Sayfa 23 - AKIL, Şiir ve AkılKitabı okudu
Eğitimimiz anlayan aklı, büyük ölçüde anlayamıyor. 'İstendik davranış'ları gösterene "hah, anladın!" diyor, sınıflarını geçiriyoruz. Başka bir yolumuz da yok gibi görülüyor. Sorulan sorulara yanıt vermiş, verdiğimiz ödevleri zamanında, doğru olarak yapmış, çalıştırılması gereken âletleri çalıştırmış, deneyleri gerçekleştirmiş, ameliyatları başarmışlar. Uzman olmuşlar. Gözlerine baktığım zaman şunu görüyorum: Beni insan olarak anlayamamalarının özrünü, ayıbını, uzmanlıklarının ardına sığınarak kapamaya çalışıyorlar.
Sayfa 20 - AKIL, Anlayan Aklın SınırlarındaKitabı okudu
Bana acı veren insanların başında, kendilerinin rasyonel olduğunu söyleyenler gelir. Gerçekten de, 'kafalarına göre' rasyoneldirler. Kendilerine göre belirli ilkeleri, tavırları, aydınlık kılınmış kavramları, kuralları önceden belirlenmiş çıkarım yolları vardır. Binalarını kurarlar ve içinde otururlar. Sonra varsa birkaç pencereleri bakarlar; dünyayı, kurdukları ev mimarisiyle görürler. Kurallar ve ilkelerle zapt u rapt altına alınmış cihanı, kendi kafalarındaki düzeni, evrenin düzeni sanmalarından kaynaklanır.
Sayfa 35 - AKIL, Kendi Akıllarına TakılmışlarKitabı okudu
79 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.