“Hegel, Anlayışgücünün mutlak kuvvetinden ve gücünden söz ettiği zaman, aslında, İnsandaki soyutlama gücünden ya da kuvvetinden başka şeyi kastetmemektedir. İmdi, herhangi tek başına bir nesne betimlendiğinde, evrenin geri kalan kısmı soyutlamaya uğratılır. Örneğin, “şu masa” ya da “şu köpek” derken, onlardan, sanki dünyada tek başlarına ve yalnızmışlar gibi söz etmiş oluruz. Oysa, gerçek olmaları bakımından köpek ve masa, gerçek Dünyada, belli bir anda çok iyi belirlenmiş yerleri işgal etmektedirler ve onları, çevrelerindekilerden ayırmak olanaklı değildir. Ama düşüncesiyle, onları tek başlarına ve ayrı olarak ele alan insan, yine düşüncesinde, onları keyfine göre bir araya da getirebilir. Örneğin, şu anda birbirlerinden bin kilometre uzaklıkla ayrılmış da olsalar, şu köpeği, şu masanın altına yerleştirebilir. İmdi, düşüncenin, var olan şeyleri birbirinden ayırma ve yeniden bir araya getirme konusundaki bu gücü, gerçek olarak “mutlaktır”; çünkü, ilişki kurmayı ya da itip uzaklaştırmayı sağlayan hiçbir gerçek kuvvet, buna karşı duracak kadar güçlü değildir. Ve bu güç, hayalî ve “fikirsel” değildir asla. Çünkü insan, ancak, var olan şeyleri, akıl yürütmeye dayanan düşüncesinde ve düşüncesiyle birbirinden ayırarak ve yeniden birleştirerek teknik projelerini oluşturur ve bu projeler de, çalışmayla gerçekleştirilir gerçekleştirilmez, içlerinde bir kültürel Dünya yaratarak doğal Dünyanın görünümünü gerçek olarak dönüşüme uğratırlar.” s. 118-119