Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Hellenistik Dönem Felsefesi Epikurosçular Stoacılar Septikler

İlkçağ Felsefe Tarihi 4

Ahmet Arslan

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
gerçek zenginlik de hiçbir şeye ihtiyacı olmamaktır.
Sayfa 407
DOĞA, DOĞAYA UYGUNLUK VE DOĞAYA UYGUN HAYAT
Onlar [Stoacılar] doğanın hayvanlarla bitkiler arasında asli bir ayrım yapmadığını, çünkü onun bitkilerin de hayatını yönlendirdi­ ğini söylerler. Ancak bizdeki bazı süreçlerde olduğu gibi bu, içgüdü ve duyuma dayanmayan bir yönlendirmedir. Hayvanlar söz konusu olduğunda buna içgüdü eklenir ve hayvanlar bu yetiyi kullana­rak kendileri için uygun olan yiyeceklerini elde ederler. Böylece Sto­acılar Doğa'nın kuralının [hayvanlarda] içgüdünün gösterdiği yön­ de gitmek olduğunu söylerler. Akıllı varlıklara daha üstün bir ön­derlik için akıl verilmiş olduğundan ötürü insanlarla ilgili olarak doğaya uygun yaşamak, haklı olarak akla uygun yaşamaktır. Çün­kü onlarda akıl içgüdüyü yönlendirmek üzere ona eklenmiştir.
Sayfa 382 - İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ YAYINLARIKitabı okudu
Reklam
İzlenim, henüz bir kanı veya inanç değildir;
Çünkü bu özelliğiyle sadece öznenin sahip olduğu veya maruz kaldığı bir dış etki veya etkilenmeden ibarettir. Öznede o vardır, bir olgu olarak var­dır veya sadece bu şekilde vardır. Onun bir kanıya (opinion) veya inanca (belief) dönüşmesi için, öznenin ona göstereceği tepkiye (im­ pulse, reaction) ihtiyaç vardır. Bu tepki, öznenin bu izlenimi kabul et­ mesi veya reddetmesi yönünde bir tepki olacaktır. Stoacılar, bu arada Zenon bu tepkiyi, olumlu olduğu takdirde, 'onama, onaylama' (tas­dik, assent), olumsuz olduğu takdirde 'reddetme, inkar etme' olarak adlandırmaktadırlar. Böylece esas olarak öznenin duyu organının ba­sit bir etkilenmesinden başka bir şey olmayan izlenim, ancak onun bu tepkisini veya onamasını aldıktan sonra bir kanıya veya inanca dönüşecektir.
Sayfa 258 - İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ YAYINLARIKitabı okudu
Besleyici (bitkisel), duyusal (hayvansal) ve akıllı (insani) ruhlar
Stoacılar evrenin kendisinin bütünü itibariyle canlı, akıllı olduğu gibi onu mey­dana getiren her şeyin de canlı, akıllı olmak durumunda olduğunu ka­bul etmek etmek zorundadırlar. Bu ise her şeyin ruhu olduğu, Platon­ cu terminolojiyle her şeyin kendi içinde hareket ilkesine sahip olduğu anlamına gelir ki, bu açıdan Stoacılığın kelimenin en gerçek anlamın­ da bir ruhçuluk (animizm) olduğunu söylememiz mümkündür.
Sayfa 336 - İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ YAYINLARIKitabı okudu
Ahlaki eylemde Kişi iyi niyet değil de Kuralları öncellerse gerçekte ne olur ?
Kant, ahlaki bir eylemi ahlaki bir eylem yapan şeyin, bu eylemi gerçekleştirmede öznenin kendisinden hareket ettiği 'iyi ni­yet' olduğunu ve sonuçları ne olursa olsun iyi niyete dayanan bir eyle­min iyi bir eylem olduğunu savunur. Kant için, 'ödeve uygun eylem', dış görünüşü bakımından ödeve uygun görünen, ama aslında öyle olmayan eylem­dir. Kant'ın bu konuda verdiği örneği belirtirsek, akıllı bir bakkal ken­disinden alışverişe gelen bir çocuğu kandırmanın iyi ününe zarar vere­ceğini hesaplayabilir ve bundan dolayı ödeve uygun görünen bir dav­ranışta bulunarak çocukları kandırmayabilir. Ama bu, onun bu davra­nışın gerçekte ahlaki bir davranış olmadığını, çünkü ödevden kaynak­lanmadığını, sadece ödeve uygun görünen bir eylem olduğunu göste­rir.
Sayfa 407 - İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ YAYINLARIKitabı okudu
Stoacılar bu bağlamda, Sokrates'in erdemle mutluluk arasında kurduğu sıkı bağiantıyı kabul ederler. Sokrates'in ahlak felsefesinin bir başka önemli görüşünü, insan ruhunun özünü teşkil eden şeyin akıl ol­duğu tezini de paylaşırlar. Bunun en önemli sonucu olan erdemin esas itibariyle bilgi olduğu yolundaki tezi Stoacılar tarafından tümüyle ka­bul edilir. Krizippos bu tezden hareketle kötülüğü veya tutkuları bir bilgi eksikliğine, yanlış görüşe veya yargı kusurlarına indirger.
Sayfa 194 - İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ YAYINLARIKitabı okudu
Reklam
Sevgi kuşatır, Aileyi, Akrabayı, Arkadaşı, İnsanı, Canlıyı, Doğayı
Hierokles diğer insanlara, kendimize duyduğumuz doğal sevginin aynısını gösterme ödevine sahip olduğu­muzu vurgular. İnsanın, merkezinde kendisinin bulunduğu çok küçük bir daireden dışa doğru birbirlerini içeren birden fazla daire içinde yer aldığını, bu dairelerden ikincisinin annebaba, eş ve çocuklardan, üçün­cüsünün dede, nine, amca, dayı vb. gibi yakın akrabalardan meydana geldiğini, bu daireleri insanın hemşerilerinden, yurttaşlarından, niha­yet diğer bütün insanlardan meydana gelen diğer dairderin takip etti­ğini söylerken, onun üzerine düşen görevin dışta bulunan dairelerde yer alan insanları mümkün olduğu kadar daha içteki dairdere alması olduğunu belirtir.
Sayfa 391 - İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ YAYINLARIKitabı okudu
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.