Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İnsanın Yalnızlığı

Seyyid Ahmet Arvasi

En Eski İnsanın Yalnızlığı Gönderileri

En Eski İnsanın Yalnızlığı kitaplarını, en eski İnsanın Yalnızlığı sözleri ve alıntılarını, en eski İnsanın Yalnızlığı yazarlarını, en eski İnsanın Yalnızlığı yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
"...Cemiyetle bağları gevşeyen kişilerde egoizmin ve güvensizliğin arttığını her kes bilir. Fert, kendini himaye edemeyen cemiyete önceleri küser; sonra ona isyan ederek "bildiği gibi" yaşamaya ve hareket etmeye yönelir. Bu isyanını da "hürriyet" çığlıkları ile maskeler. Oysa, kişi, cemiyete karşı isyan çığlıları bastığı bu anda, cemiyetin şefkat ve himayesine ne kadar muhtaçtır. Onun için, biz, kişinin cemiyete olan bu hasretini, "hürriyetten kaçış" olarak yorumlamaya çalışan Erich From'un görüşlerine katılmıyoruz..."
Cemiyetler Neden Değişir?
Ne kadar düzenli olursa olsun, katı kalıplar halinde tezahür eden içtimai hayat, insan ruhunu belli bir zaman sonra sıkar, değişiklik aramaya sevkeder. "İstikrar" güzel şeydir ama "değişme unsurundan" mahrum olursa, kişileri ve kitleleri tedirgin edebilir. Görülüyor ki, "ictimai değişimlerin" temelinde psikolojik bir unsur var...
Sayfa 23 - Babıali Kültür Yayıncılığı
Reklam
"İrtica", Arapça bir kelimedir ve "geriye dönüş" demektir. Bazıları bu kelimeyi "gericilik" olarak tercüme etmekte ve kullanmaktadırlar.
Sayfa 36 - Babıali Kültür Yayıncılığı
Henry Bergson'un da belirttiği üzere, bir avuç matbaa harfini alıp saçacaksın ve burdan bir şiir çıkacak... bu mümkün mü?...
Bize göre "kişinin vicdanı", etkilendiği "içtimai değerler'"den bağımsız değildir. Sosyolojinin kesin tespitlerine göre "ferdî vicdan", psikolojik bir zeminde gelişmesine rağmen, bağlandığı "içtimai normlar" açısindan tamamen sosyolojik bir değerdir. Bir bakıma "ferdin vicdanı", hemen hemen "millî vicdanın" kişiye yansımasını ifade eder. Çünkü "vicdan" bir eğitim meselesidir. "Vicdanı", yahut "şahsiyetimizin moral cephesini", tamamen ferdî bir değer biçiminde ele alir ve "milli vicdanın" sesini ihmal ederseniz, ister istemez "egoizmi" ve hatta "anarşiyi" davet edersiniz. Kaldı ki "ahlaki duygularımız", nefsimiz ile içtimai normlar arasindaki ahengi veya çatışmaları ifade eder. "Milli vicdana" yabancılaşan kişi ve zümrelerin "ahlaki duyguları" da millete yabancılaşır. Yani ahlak içtimai karakterini kaybeder, ferdîleşir ve bu sahada "anarşi" doğurur, "antisosyal tipler" çoğalir; egoizm, bir kanser gibi cemiyeti sarar. Bu zaruridir; çünkü "milli vicdan"dan kopan fert, ya "yabancı bir ahlak telakkisine" bağlanacak veya kendi kafasına göre hareket edecek bir "antisosyal" olacaktır. Görüldüğü gibi, her iki hâlde de "cemiyetle çatışacak" ve anarşinin en korkuncu olan "ahlak anarşisine" kaynak olacaktır.
"Hürriyet" naraları atarak cemiyetin tarih, kültür ve ülkü bağlarını çözmeye çalişan, milli bütünlüğü sarsarak "insan yığınları" ihdas etmek isteyen propagandalara karşı hassas ve uyanık olmak şarttır. Dün, dini fırka ve sınıf kışkırtıcılığı yaparak cemiyetimizi parçalamak isteyenler, şimdi insanlarımızdaki tarih şuurunu yıkarak "köksüzlük duygularını" geliştirmek, kültür bağlarını çözerek "yalnızlık duygularını" derinleştirmek ve cemiyetin idealist karakterini yıkarak "bencilleştirmek" istemektedirler. "Basın hürriyeti" adina, bir "fuhuş edebiyatının" ve "müstehcen neşriyatın" birden bire arttırılmasınin gerçek hedefi de budur. Maksat, Türk-İslam kültür ve medeniyetinin millî ve mukaddes değerlerini berhava etmektir. Böylece cemiyet cözülecek, içtimai bağlar zayıflayacak, akıl hastaları çoğalacak, intihar grafikleri yükselecek, birbirinin istırabına ve çilesine karşı lakayt bir cemiyet doğacaktır. Kisaca "cemiyet ve millet" yok edilecek, yerine birbiri ile irtibatsız "insan yiğinları" gelecektir. Evet, oyun budur ve fakat milletimiz bu oyunu da bozacaktır.
Reklam
İslam'da insan, "madde" ile "mana" arasında bir "geçit" gibidir. Insanın idraki, bir yönü ile "objektif aleme", diğer bir yönü ile "mutlak aleme" bağlıdır. insanın "sübjektif alemi", bu iki dünya arasında "bir köprü" gibidir. Yani insan, "yaratıklar" ile "Yaradan" arasında mekik dokuyan bir şuurdan ibarettir. Evet insanın idraki, bir saat pandülu gibi, "kesret ile tevhidin", "fenâ ile bekânın", "Dünya ile ahiretin" arasında gidip gelmektedir. İnsan aklı için bu ne çetin bir imtihandır. Çünkü "beşer aklı", bazen "iman ile "küfrün" birbirine bir biçak sırtı kadar yaklaştıği çizgilerden de geçmek zorunda kalabilmektedir. "Akıl", her zaman, fakat en çok bu anlarda "vahyin rehberliğine" muhtaçtır!
Görülüyor ki yüce dinimizde, insan, "cemiyete" de, "tabiata" da ve onları temsil eden "kuvvet" ve "sembollere" de tapınamaz. Bunları, "küfür ve şirke" düşmeden sever, sayar ve korur, fakat asla "mâbut" edinemez. Kısaca insan, "Allah'ın iradesinden ve hükümlerinden başkasına" boyun eğemez. İnsanın insana tahakkümü kesin olarak yasaktır. Öyle anlaşılıyor ki mütefekkirler, sanatkârlar, ilim adamları ve idareciler, İslam'ın "Allah'tan başka ilâh yoktur" tarzında formüle ettiği, büyük hakikat karşısinda tam bir vecd hâlinde ürpermek ve bu ifade etrafında tekrar tekrar düşünmek ve duygulanmak zorundadırlar. Evet gerçekten de insanlık tarihinde bu sözden (Kelime-l Tev-hid' ten) daha güzel, daha doğru ve daha çarpici bir cümle yoktur.
Görüldüğü gibi cemiyetler, fertlere nazaran daha dindar olmakla birlikte, çok defa yanlış inançlar içinde bocalamaktadırlar. Onun için onlar, gerçek dini öğrenmek için peygamberlere veya onların çizgisinde yürüyen "rehberlere" muhtaçtırlar. Aksi hâlde cemiyetler, "objektif" ve "subjektif" tanrılara tapinarak "Mutlak Varlık" olan Allah'a yol bulamazlar. Zaten bir bakıma, din ve tasavvuf, insanın fert ve cemiyet olarak kendini "objektif" ve "subjektif" sahte tanrilardan kurtarması demektir. Bu konuda büyük İslâm âlimi ve velisi İmam-ı Rabbani hazretleri (1563-1624): "Tasavvuf yolculuğundan maksat, ihlas makamına varmaktır. Bunun için enfüsi (subjektif) ve afaki (objektif) mabutlara tapınmaktan kurtulmak gerekir" diye buyurmaktadır (bk. İmam-ı Rabbani, Mektubat 40). Böyle düşününce Müslümanların, bir İslam cemiyetinde doğuşunu büyük bir nimet bilmelidir. Kulaklarına "Kâmet" ve "Ezan-ı Muhammedi" okunan ve Müslüman adları ile şereflenen, İslam'ın imanını, ahlakını ve edebini, ailesinden ve cemiyetinden öğrenen insanlar, Allah'a ne kadar şükretseler azdır. Bizim cemiyetimiz bize Allah'a giden yolu açarken, kimbilir hangi cemiyette doğan insanlar, daha kaç asir "sahte mabutlara" tapınmakta devam edeceklerdir!
Bilmem sizler de dikkat ettiniz mi? "İnsanlık sevgisi"nden çok söz edenler, her nedense "soydaşlık" ve "dindaşlık" duygularından nefret ederler. Oysa kesin olarak biliyoruz ki, "sevgi" yakından uzağa doğru, halka halka genişleyen bir duygudur. Kendi yakınlarını sevmeyen kimselerin, "insanlık sevgisi"nden söz etmeleri kocaman bir yalandır. Bazı çevreler, bilhassa emperyalistler, "hedef" seçtikleri cemiyetlerde, birleştirici ve bütünleyici "milli" ve "dini" duyguları çökertmek üzere, manasi ve muhtevası belirsiz, mücerret "insan sevgisi"ni koz olarak kullanirlar. Böyleleri, bir taraftan sizin cemiyetinizde bulunan en küçük "inanç" ve "ağız" farkliliklarini istismar edip "iç düşmanlıkları" körüklerken, bir taraftan da "insan sevgisi" maskesi altında kendi emperyalist emellerine karşı koyacak güçleri bertaraf etmek veya en azından yumuşatmak isterler. Yani bu yolla onlar, "sizi birbirinize düşürürken", eşitli riyakârlıklarla "kendilerini sevdirmeye" çalişırlar. Evet, oyun budur... Bize "insan sevgisi"nden en çok söz edenler, her nedense "bizi" sevmiyorlar, istıraplarımıza ortak olmuyorlar, dert ve meselelerimizi görmek istemiyorlar. İşte Türk ve İslam Dünyası'nin durumu ortada...
Sayfa 167Kitabı okudu
73 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.