Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

İslam ve Sekülerleşmenin Kaynakları

Yasin Aktay

İslam ve Sekülerleşmenin Kaynakları Gönderileri

İslam ve Sekülerleşmenin Kaynakları kitaplarını, İslam ve Sekülerleşmenin Kaynakları sözleri ve alıntılarını, İslam ve Sekülerleşmenin Kaynakları yazarlarını, İslam ve Sekülerleşmenin Kaynakları yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
·
Puan vermedi
Konuyla ilgili zihnî kodlarımızın ve bakış açılarımızın muhtemelen zıt, hiç değilse çok farklı olma ihtimali yüksek bir yazarımızın bu kitabına, kitaplığımda oturum izni verdim; kaybettiğim bir şey var mı peki?..Niye olsun ki...
İslam ve Sekülerleşmenin Kaynakları
İslam ve Sekülerleşmenin KaynaklarıYasin Aktay · Tezkire Yayınları · 20175 okunma
310 syf.
10/10 puan verdi
Ancak toprağı tanıyanlar, tohumlarını özgürce ona emanet edebilirler. Ancak kavramlar hak ettiği yeri kazanırsa zihnimizi o kavramlara teslim edebiliriz. Yoksa beyhude bir tefekkür sisteminin ürettiği; yanan ama kendi kendini bitiren bir kibrit çöpünden ibaret kalır zihnimiz. Oysa zihnin hakettiği, adeta bir güneş gibi fikirlerin devirdaiminden gelen sürekli bir yenilenme ve üreticilik. Yok olanadek tecdit.. Öyle görülüyor ki silahların olmadığı yerlerde, savaşlar fikir mermileriyle gerçekleşiyor. Ve insanı maddeten öldürmeyen bu mermiler, öldürmekten daha beter doğduğu kaba tüküren gururlu bir cahile dönüştürüyor. Uyandırılmak zor, uyanmak daha zor, uyunıp bilinç kazanmak emek sermayesine müptela. İşte bu noktada Allah'ın yardımı ve hidayeti, sebepler dünyasında yenemeyeceğimiz düşmanı kürdan gibi cılızlaştırarak karşımıza çıkartıyor. Beni bu noktada etkileyen ve yönlendiren kitabın ana özelliği oldu. Zihnimizde kavram atölyesi düzenleyen kitap, tartışılan terimlerin yeri üzerinde mütaala ediyor. Gediğine, hak ettiği yere oturtmaya çalışıyor. Beyhude bir sarhoşluğu, acı değil tatlı bir kahveyle tedavi ediyor. Evet, Müslüman olarak ameli takvamızın tamirine çalıştığımız gibi zihni takvamızın onarımına da çalışmalıyız.
İslam ve Sekülerleşmenin Kaynakları
İslam ve Sekülerleşmenin KaynaklarıYasin Aktay · Tezkire Yayınları · 20175 okunma
Reklam
Dünyayı değiştirmek isteyen insan iyimser olmak zorundadır. Şayet insan iyimser olmazsa hiçbir şey yapamaz. Bu biraz kadercilikle de ilgili bir durumdur. İyimser olmak bir avunma biçimi değil, bir şeyleri değiştirebilme gücüne inanmaktadır. İyimser olmayan, dünyayı değiştiremez; iyimser olmayan, devrimci olmaz. “Benim bir rüyam var" demezseniz ne değiştirebilirsiniz ki?
Gerçek anlamda İslamcı bir partinin böyle bir ortamda güdeceği dava daha fazla İslamcılık veya İslam'ın daha fazla görünürleştirilmesi değil, işsizliği azaltmak, yol, su, enerji sorununu çözmek, insanların gerçekten insan onuruna yaraşır bir biçimde yaşayabilmelerini sağlamak, adaleti ve düzeni tesis etmekti.
Dindar Yönetimin Neden Dindarlığı Azalttığını Hissediyoruz?
Sekülerleşmenin veya tersi gelişmelerin nesnel göstergeleri sayılan dinsel sembollerin görünümünde azalma yok, artış var. Buna rağmen bir rahatsizlik var ve hiç de yabana atılır bir rahatsızlık değil bu. Ruhu mu kayboluyor bazı şeylerin? Belki de İslamcılığın iktidar ve muhalefet ekseninde kaydedilen resimleri de bir bakıma dindarlık ve
.., hiçbir İslami siyasi birlik pratiği Müslüman toplum içindeki çoğulculuğu gidermeyi düşünmemiştir.
Reklam
Türk modernleşmesinin tek amacı topyekûn Batılılaşmak olunca, dindar kesimin bunu benimsemesi tabii ki beklenemezdi. Sayyid'in (2000) de dediği gibi Kemalistler Türkiye'yi Batılılaştırmak için Doğululuktan uzaklaştırmak durumunda kalıyorlardı. Bu uzaklaşmanın gerektirdiği mücadele aslında Türkiye'nin Doğululuğunun altını daha fazla çizen bir dizi önlemi gerektiriyordu. Bu yüzden Batılılaşmak aslında paradoksal olarak çok daha fazla Doğululaşma sonucunu doğuruyordu. Kemalist devrimlerin her zaman bir miktar da anti-Batıcı bir gen taşımasının sebeplerinden biri de belki bu olmuştur. Bu çelişki laik Cumhuriyet'in kurulmasıyla birlikte nüfus yoğunluğu olarak Anadolu'nun daha fazla Müslümanlaşmasıyla devam etti. Bu gerçekten bir paradokstur. Çünkü laik vatandaş mefhumunu özenle işleyecek olan Cumhuriyet, savaşa girerken yüzde 30'a yakını gayrimüslim olan Anadolu'yu Balkan ülkeleriyle giriştiği mübadele anlaşması yoluyla yüzde 99'a yakın bir oranda Müslümanlaştırdı. Ancak burada Müslümanlığın, yaşanan bir din ve hayat tarzı olarak Müslümanlıktan ziyade bir etnik aidiyet olarak işlemesi söz konusuydu. Yani Cumhuriyet yeni ülke ve milletin uyruğu olarak artık sadece Müslümanlara güvenecekti. Lâkin Müslümanların da hayat tarzı olarak Müslümanlığı devam ettirmeleri arzulanan bir durum değildi. Yüzyıla yakın bir süredir uhdesindeki bütün unsurlarla milliyetçi gerilimler yaşamaktan usanmış olan Türkiye'de Müslümanlık, etnik ve millî aidiyeti sağlayan en güçlü bağ olarak görülecekti, fakat rolü onunla bitmeliydi. Daha fazlası Kemalistlerin Batılılaşma programlarını sekteye uğratırdı.
Sömürge Düzenin Devirdaimliği
Modernleşme tecrübesinin sömürgeler sonucunda dayatılması, Batı dışındaki en önemli yoldur. Bu durumda modernleşme, yani kurumlarıyla, hayat tarzıyla ve tabii ki her şeyden önemlisi kapitalizmiyle, bir şekilde girmiş oluyor. Ama bu kapitalizm tabii ki bütün ülke ekonomisine hâkim olduğunda Avrupa ülkelerindeki gibi bir rol oynamıyor. Sömürge ülkelerinin kapitalizmi, sömürge sonrası zamanlarda bile büyük ölçüde bağımlı bir ekonomi olmaktan hiçbir zaman kurtulamıyor. Sonuçta bu durumda da modernlik bir süreç olarak kotarılmış oluyor. Lâkin modernliğin gerçekleşmiş olması, uluslararası ilişkilerde belli bir hiyerarşik ilişkinin bozulması, bu ilişkinin modernleşen ülke lehine iyileşmesi anlamına gelmiyor. Aksine modernleştikçe ileri modern toplumlara bağımlılık daha da artıyor olabilir.
Müslümanlar neden geri kaldı? Batılılar neden ilerlediler?
İlk dönem İslamcılarının bu soruyla yüzleşmeleri aynı zamanda modemlik ve gelenek sorunlarıyla ilk yüzleşme tecrübelerini de oluşturmuştur. Batıcı Türk aydınlarının Hristiyanlık ve gelişme arasında kurdukları ve Weberci Protestan Ahlakı tezlerini taklit eden söylemlerine karşılik, İslamcı söylem, Batılıların Hristiyanlığı aşmak, hatta ondan sapmak sayesinde ilerleyebildiklerini söylüyordu. Çünkü dinlerin rasyonellik seviyesiyle maddi gelişmeler arasında doğrusal bir ilişki kurulması gerekirse, maddi gelişmeye katkıda bulunması en zor muhtemel din, taniyageldikleri hâliyle Hristiyanlık olsa gerekti. Çünkü Hristiyanlık, harfiyen takip edildiği takdirde insanları her türlü rasyonellikten uzaklaştıran, mitolojik veya büyüsel vurguları son derece yüksek bir öğretiye sahipti. Buna mukabil İslam teorik olarak maddi gelişmeye bir motivasyon ve zihinsel zemin sağlamak bakımından çok daha elverişli görünüyordu. Sadece bu basit veri bile ilk dönem İslamcıların şu formülü benimsemelerini sağlamıştır: Batılılar geliştiler; çünkü Hristiyanlıktan uzaklaşarak engelleyici bağlarından kurtuldular. Müslümanlar geri kaldilar çünkü kendilerine aklı, ilmi, medeniliği en yüksek derecede tavsiye eden dinlerinin düsturlarını ihmal ettiler. Böylece her ikisi "dinden uzaklaşma" olarak yaşanan iki tecrübenin birbirine ters sonuçlarına bu şekilde dikkat çekmek, ilk dönem İslamcı söyleminde savunmanın esasını oluşturuyordu.
Said Nursi, içtihat kapısının açılmasıyla ilgili soruna olumsuz tavrıyla yaklaşırken aslında bu kapının açık olduğunu ama bu kapıdan girmeye altı engelin var olduğunu söyler. Birinci engeli anlatırken başvurduğu benzetme buradaki konu bağlamında çok anlamlıdır. Nursi, soruna İslam toplumunun mevcut durumuna bir fırtınaya yakalanmış bir kulübe benzetmesine başvurarak yaklaşmıştır: İçtihat kapısı açıktır. “Nasıl ki kışta, fırtınalann şiddetli olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir; yeni kapılan açmak, hiçbir cihetle kâr-ı akıl değildir. Hem nasıl ki büyük bir selin hücumunda, tamir için duvarlarda delikler açmak, gark olmaya vesiledir. Öyle de şu münkerat zamanında ve âdât-1 ecânibin istilası anında ve bid'alann kesreti vaktinde ve delâletin tahribatı hengâmında, içtihat namıyla, kasr-1 İslamiyet'in yeni kapılar açıp, duvarlanndan muhariplerin girmesine vesile olacak delikler açmak, İslamiyet'e cinayettir" (Nursi, 2012: 646).
Reklam
Ancak teodisenin her türünün, her bağlamda aynı işlevi göreceğini söylemek de gereksiz ve yersiz bir genelleme olur. İslami teodisenin en iyi ifadesi olan "Kötü bildiğiniz nice şey sizin için hayırlı olabilir" ayeti kerimesi, olup bitene, sisteme, zulme razı olmayı değil, bir mücadele içinde veya hayat boyunca insanların karşılaştiklan, başlarına gelenlere sabretmeyi, bir mücadele içindeyse bundan dolayı pes etmemeyi, sebat etmeyi telkin eder.
Türkiye tarihinde demokratikleşme, kalkınma ve modernleşme atılımlarında en etkili ve en ön açıcı hamleleri İslamcı addedilen siyasal aktörlerin yapmış olduğu bir gerçektir.
Çünkü İslam tarih boyunca kendi iddialarını bu dünyada gerçekleştirmiş ve teorisine uygun bir düzen kurabilmiş, bir pratik ortaya koyabilmiş belki tek dinî ve siyasi harekettir.
Zihin Konforu Yani Fikir Felci Adeta
Ulaşılmış olan konforlu hayat, mukabil bir zihin konforu da üretmiştir. Bu konforu bozacak her yeniliğe karşı kulaklar tikanmış, gözler kapanmıştır. Bugün adını istediği gibi koysun, Batı'da Aydınlanma ideolojisi etrafında oluşmuş bir zihinsel konfor var ve bu zihniyetin din karşısında sergilediği tavır muhafazakârca bir tavırdır.
"Aksine," diyordu Baudrillard, "bugün yaşamakta olduğumuz sorunlar Aydınlanma ideallerinin gerçekleşmemiş olmasından değil, belki de aşırı miktarda gerçekleşmesinden kaynaklanan sorunlardır. Aşırı cinsellik vurgusunun cinsellik-ötesine (transseksüelliğe) götürmesi gibi, aşırı ekonomik olgular da trans-ekonomiğe götürmekte, aşırı sanat pratiği de sanatı devre dışı bırakan bir tür trans-estetiğe götürmektedir. Son deyimin gündelik hayattaki karşılığı, gündelik hayat tüketimlerimizi ve hayatın her alanını estetik gösterilerin kuşatmış olmasıdır. Sanat her yerde olunca kendini de tüketmek anlaminda, aşan bir düzeye ulaşır. Buna da sanat-ötesi demek mümkündür. Aşırı estetik, sanatın sanat olma vasfını bitirir (Baudrillard, 1996).
38 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.