Hayatını mümkün olduğunca ailesinin isteklerine, toplumun ve devletin normlarına uygun şekilde yaşamış genç-orta yaşta ölmekte olan bir bürokratın ölüm döşeğinde kendisini, hayatını, ailesi ve dostları dahil etrafındakileri bir şekilde sorguladığı bu "gerçekçi" eserini düşünerek beğeni ile okudum.
Tolstoy'un insan, aile, din, devlet ve toplumu gerçekçi bir şekilde ele aldığı, birçok eserinde yer alan "ikiyüzlülük" temasının, bu eserinde de öne çıktığını düşünüyorum. Eserin ölüm döşeğindeki kahramanı İvan İlyiç'in, özellikle karısı ve kızı dahil hayatında yer almış birçok kişinin kendisine karşı dürüst davranmadığından, hayatını "gerektiği gibi" yaşamaya çalışmış dürüst birisi olarak ölümü hak etmediğinden yakınarak ölüm döşeğinde ikiyüzlülük ve "yalan"dan kaçmaya çalıştığını ve Tanrı'ya sitem ettiğini görüyoruz.
İlgimi çeken bir başka husus da doğum ile başlayan hayatın ilk devrelerinde, bilhassa çocuklukta pik yapan yaşamaya değer güzelliklerin, yaşlandıkça ve ölüme yaklaştıkça "ölüme olan mesafenin karesiyle ters orantılı bir hızla" hızlanarak azaldığının ve yitip gittiğinin belirtilmesi oldu.
Gerçek olandan kaçılamaz, hele ölüm gibi doğruluğu asla değiştirilemeyecek tek doğru olan ölümden. Önemli olan, Tolstoy'un, ölüme yaklaştıkça giderek azalarak yitip gittiğini belirttiği "hayattan keyif almanın" azalarak yitip gitmesine engel olmaya çalışmamız, bir daha tekrarı olmayacak biricik hayatımızı hakkını vererek yaşamamız değil mi?