Türkiye'nin iki ucunda yaşayan, birbirinden çok farklı ailelerde büyümüş olsalar da kendilerini kader mi, yazgı mı desem bilemediğim, adını koyamadığım bir durumun içinde bulan 2 kadının hikayesi.
Konusundan bahsetmek istesem de romanın büyüsünü bozup spoiler vermek istemiyorum.
Bir adamın genç bir kızın hayatını nasıl mahveder, hissettiği duygular normalmiş gibi hiç çekinmeden nasıl herkese duyurmak ister, tüm imkanlarını Zeynep ve annesinin önüne serdiği için kendini nasıl haklı görür ve en korkuncu nasıl suçu karşı tarafta atar?
Zeynep üniversite yıllarının daha ilk başında annesinin hastalığı, Selim ve derslerinin oluşturduğu girdapta boğulurken gitgide içine kapanır. Selim'in sağladığı imkanlar sayesinde annesinin tedavisi yapılırken, annesi için onun tehditlerine boyun eğmek, elinde bir delil olmadığı için susmak zorunda kalır.
Bir de Akgül var hikayenin başka bir yüzü, Erzincan'ın bir köyünde yaşayan ailesi tarafından lanetli, uğursuz diyerek sofraya bile oturtulmayan, dedesi tarafından bakılan bir çocuk.
Erzincan'a hakime olarak atanan Zeynep ile Akgül'ün can yoldaşlığı ne kadar güzel bir örnekse kaderleri de bir o kadar acı.
Zeynep'e de Akgül'e de her ne kadar karşı taraf kendini haklı çıkarmak için "Sen de istedin bunu," deseler de "Sizin hiç bir suçunuz yok," diyip sarılmak, yaralarını sarmak istedim.