Bu kitabın önsözünü okuduğumda okuyacağımı düşündüğüm seyle karşılaştığım şey arasında fark vardı.
Öncelikle yazarın hayatından beslenen bir yanı var. Kitabın kahramani aynı J. Conrad gibi Kongo'ya giden buharlı bir gemide iş bulmuş.
Fildişi ticareti yapan bu gemide kaptan olarak çalışmaya başlayan Marlow, ününü çok duyduğu patron Kurtz u görmek için yanıp tutuşuyor, yolculuk boyunca onunla ilgili sozler dinleyip kafasında birini şekillendiriyor. Daha cok bu yolculuğu okuyoruz zaten.
Belçika'nın Kongo'da hammedde uğruna yaptığı (hafif tabirle) insan sömürüsünü dokunaklı şekilde işlendiğini hayal etmiştim fakat pek o sulara pek girmeden uzaktan uzağa, değinmiş sadece.
Önsözde bahsedilen işkenceleri, insanlık dışı uygulamaları biraz da olsa okuyacağımı düşünmüştüm çünkü yazari gemide çalıştığı dönemlerde karşılaştığı insanlık dışı manzaralar yüzünden işini bırakmış.
Ama okuduğuma göre bu haliyle bile yazıldığı dönem çok cesur bulunmuş.
Velhasıl ırkçılık gibi bir beklentiniz varsa o kitap bu kitap değil. Siyahilerden bazı yerlerde bahsedilme sekli rahatsiz bile etti diyebilirim.
Dili zorlayıcı olan bu kitap Marlow un ruhsal durumu yönüyle de üzerinde epey konuşulmaya açık. Aslında kitap bundan ibaret diyebilirim.
Okurken çok keyif alamadım çünkü çok dinlek ve dikkatimi vererek okuyamadım. Belki tekrar okunabilir ve bu kez daha farklı şeyler bulurun kendisinde.